Kendi menfaatleri için matbaanın gavur icadı olduğunu, din düşmanlarınca getirilmek istendiğini belirtip bu ülkenin insanlarını aydınlatan kitap, gazete ve dergilerin basılıp, yayınlamasından korkan anlayışın 400 yıl boyunca biatcı bir toplum isteği ile cahil bıraktığı değil mi, bugün o çok istediğimiz demokrasinin tam anlamı ile ülkemizde yerleşmesini engelleyen.
Bilmem ama umutla yeniden, güne enerji dolu başlamak istediğim yatağımda uyurken beni sabahın erken saatinde uyandıranın bir meslektaşımın olması ile günün performansını düşüreceğini hesaba katmamıştım.
Çünkü beni arayanın telefon rehberimde olmayan bir numara olduğunu anlasam da uyku sersemliğiyle ilk etapta karşımdakinin anlayamadığım üzüntülü bir ses tonuyla sabah sabah beni arayıp, ‘Ağlamaklı’ gibi ben ALO der, demez kendi kendine konuştuğunu fark ettim.
Başta, ‘memleketim Ardahan’da olmak üzere ülkede bir şey mi oldu da sabahın erken saatinde arandım’ diye düşünürken arayanın bir meslektaşımın olduğunu öğrenince hala çıkamadığım yataktan günün ilk üzüntüsü ve stresiyle karşılaşıyordum.
Arayan Erzurum Oltu’da gazete çıkaran, matbaacı bir meslektaştı..
Gazetesini kapattığını, batan matbaasını satmak istediğini söylüyor ve benden bu konuda yardım istiyordu.
O anlattıkça benim ne kadar üzüldüğümü ve kendi işim olan gazeteciliğin nasıl olup da gün geçtikçe kaybolup gittiğini düşündüğümü hissediyor muydu bilmem ama bölgeye ilk matbaayı götüren, ilk renkli gazeteyi çıkaran, ilk ofseti bölge insanına tanıştıran, İl merkezinin yanı sıra ilçelerinde tek tek matbaalar kurup, birçok insana ekmek kapısı açan, gazeteci yetiştiren biri olarak ben de onun kadar üzülüyor, konuşurken yutkunuyordum ve güzel bir güne moral bozukluğu ile başlıyordum…
Çünkü işleri düşmedikçe gazeteciyi akıllarına getirmedikleri gibi masa başında ya da modern çeper dibi sanalda yapılan dedikodular esnasında biz gazetecilerin kuyruklarına basması sonucu ‘Satılık Basın’ diyen ama her gün bir gazete bayisine gidip, bir gazete satın almayan bir toplumu aydınlatma çabalarının gerek o okumayan toplum tarafından gerekse iktidar veya erklerce baskı altına alınan demokrasinin sözde 4. kuvveti gün geçtikçe kan kaybediyor, kanadı, kolu kırılıyor, gazeteler kapanıyor, matbaaları yok pahasına, hurda niyetine satışa çıkarılıyordu. Matbaaların çok zor duruma düştüğü ülkemde…
‘Yok canım, gazetelerin, matbaaların kapanması toplumun duyarsızlığından değil, Dijital dönemden dolayı’ diyerek bu yaşanan durumu görmezden gelenlerin dijitalde de okumadıkları haber ve yorumları linklerini tıklamadan iş olsun diye beğenip, geçtiklerini de iyi biliyordum.
Ve bir gazeteci olarak güne üzülerek başlarken bu süreçte diğer olumsuz bir durumun gazetelerin kapanmasına, matbaaların satılmasına neden olduğunu da hatırlıyordum.
Çünkü okumayan bir toplumun yanında demokrasinin 4. kuvveti olarak dillerinden düşürmeyen iktidarların, hükumetlerin, ülkelerin tek adamla yönetilmeye başladığı da bir gerçek…
Yani ‘Diktatör, Tek Adam, Başkan’ denilenlerin yönettiği bir dünyada muhalif damarlı basın başta olmak üzere karşıt güçlerin ayakta kalmasının ne kadar zor olduğunu son olarak Suriye’nin bölünmesine neden olacağını düşündüğüm, ‘Güvenli Bölge’ sonrası son Ukrayna savaşı dahil Rusya’ya giden, telefon açan başkan Erdoğan’ın görüştüğü Putin, Cnn ve New York Times gibi gazetelere, iş insanlarına, rakip gördükleri siyasiler baskı uygulayan zamanın manyağı denen emlak kralı Trump, Kuzey Kore, Mısır gibi onca ülkede ve dünyada tek adam döneminin yaşandığını ve bunların ellerinde olan güçle muhalif olan gazete ve bu gazeteleri basan matbaaların yaşamasının bir hayli zor olduğunu kendi işim olan gazetecilikte en iyi bilenlerdenim..
Ve sabah sabah üzülmeme ve 400 yıl sonra matbaanın girdiği ülkemde yaşananların gerçek anlamda görülmesine ‘kendi iktidarları uğruna’ engel olanların neden olduğunu da hatırlayarak, Zonguldak kömürü gibi değerli olan siyah, süs taşlı Oltulu meslektaşımın hurda fiyatına satışa çıkardığı ‘matbaayı alacak’ diye düşündüğü gazetecilerin kendi matbaaları gibi fotoğraf makinalarını bile satıp, dijital denen cep telefonlarına teslim ettiğini ve gazete, dergi, kitap basan birçok matbaanın hurdacıların depolarını doldurduğunu unutmuşa benziyordu..
Evet dün İstanbul Küçük Ayasofya’daki 9 yaşındayken “Yazıyor yazıyor” diye bağırarak gazete satarken çekilen fotoğrafıyla hafızalara kazınan Hayreddin Baş gibi gazetecilik gibi matbaacılıkta ölüyor şu, ‘Basın Hürdür, Sansür Edilemez’ denen ama 84 milyonluk nüfusuna karşın 1 Milyonu spor,1 Milyonu Magazin, 1 Milyonu Bulmaca olmak üzere 4 ya da 4.5 milyon gazetenin ancak satıldığı ve yaşadığı baskı ve maddi imkansızlıklar dolayısıyla sansürde edilemeyecek halde olan mesleğimin icadı matbaalar hurdaya satılır bende bir gazeteci olarak gazete değil ‘Yazıyor, yazıyor’ demiyor havuza, beslemeye düşmüş satılık basından sonra ‘satılık matbaa’ diye haykırıyorum bir hayli özgür olan şu güzelim ülkemde..
Fakir Yilmaz
YORUMLAR