60 yıl öncesinden başlayarak bugüne süren serüvenden bazıları ilginç, bazıları komik, bazıları hüzünlü, bazılarıysa aptalca kesitler veriliyor.
O günleri yaşayanlar elbette hepsini biliyorlar ama genç neslin hayretle okuyacağını düşünüyorum.
Başlayayım o zaman;
-Develer tellal pireler berber iken, Samsun cigarasının içinden odun çıktığı günlerden.
-İzmir ile İstanbul arasında alo diyebilmek için santrala adını yazdırıp altı saat beklediğimiz, cep telefonunun sadece Kaptan Kirk tarafından kullanıldığı günlerden.
-Sokaklarda ayı oynatıldığı, kalantorların Murat 124’e bindiği, Anadol’ların inekler tarafından yenildiğine inanılan, salça sürülmüş ekmek dilimi yenilen dönemlerden.
-Mutfak zeminlerinin muşamba kaplandığı, bakır tencere kalaylattığımız, Arap sabunu kokulu zamanlardan.
-Avaremu’yu ezberleyen kızlarımız Raj Kapoor’a hastayken, Ömer henüz turist bile değilken.
-Vahi Öz’e güldüğümüz, zavallı Ayşecik’in zengin babasından habersiz, kötü kalpli üvey anne yanında çileler çektiği, Öztürk Serengil’in n’ayır n’olamazlı yıllarından.
-Mesut Bahtiyar’dan şarkılar dinlediğimiz, Cem Karaca’nın İzmir Fuarı’nı zangır zangır salladığı, Özay Gönlüm’ün yaren’ini tıngırdattığı, Yerli Elvis Erol Büyükburç’la, kalipso kralı Metin Ersoy’un gazinoları inim inim inlettiği, Cemal Kamacı’nın kroşe patlattığı, Metin Oktay’ın ağları deldiği, “Neil Armstrong ay’a falan ayak basmadı, hepsi Hollywood tezgâhı.” diye iddiaya girilen, kasetleri kapışılan Arif Susam’ın “ooooo Recep bey de burdaymış” diyerek piyano çaldığı günlerden.
-Ümit Besen’in masasının ayağı kırıkken, pantolonların paçası bolken, Kastelli banker iken
-Muavinli dolmuşçuların Orhancı- Ferdici diye birbirini solladığı arabeskli sabahların, Barış Manço’nun lambaya püf dediği elektrik kesintili akşamlarında, mum ışığının gölgesinde parmaklarımızı eğip bükerek duvarda tavşan yaptığımız, yün fanilaları soba askısında kuruttuğumuz, Killing okuduğumuz, başka eğlencemiz olmadığı için radyoda arkası yarınlara kulak kesildiğimiz ki, (uyarlayan Çetin Köroğlu, efekt Ertuğrul İmer’dir.) Martin Luther King yaşarken, Sadun Boro’nun Kısmet’iyle dünya turuna çıkmasına heyecanlanıp, Avanak Avni’yle tanıştığımız, Zübük’ün kaleme alındığı, Sütyenin bile nerdeyse porno kabul edildiği, şehirlerarası otobüslerde sigara içildiği, damalı taksiler çağından.
-Keban bile yokken, İbrahim Tatlıses ameleyken, nüfusumuz 40 milyon, Hababam öğrencileri ilkokuldayken, MTA Sismik-1 Hora’nın uzay mekiği muamelesi gördüğü teknoloji fukaralığından.
-Turnike atmayı Beyaz Gölge dizisinden öğrendiğimiz, Doktor Richard Kimble babamızın oğluymuş gibi, şerefsiz Falconetti’ye küfürler ettiğimiz, polisimizi Komiser Kolombo, hukukumuzu Avukat Petroçelli’den ibaret sandığımız, kapı gibi adam McMillan’ın (Rock Hudson) AİDS’ten ölene kadar eşcinsel olduğunu bilmediğimiz hayal kırıklıklarından.
-Kunta Kinte gibi zenci olmadığı halde, Isaura’nın neden köle olduğunu anlayamadığımız, oyun çeviren arkadaşlarımıza “Naber lan Ceyar?” diye seslendiğimiz, saat kurup, sabahın kör karanlığında kalkarak uykulu gözlerle Muhammed Ali’nin maçını seyrettiğimiz, onunla birlikte kelebek gibi uçup arı gibi soktuğumuz masum tiryakiliklerlerden.
-İstanbul’da basılan gazetelerin ülkeye ertesi gün ulaşabildiği, sadece TRT televizyonun var
olduğu, haberleri Jülide Gülizar’ın, Zafer Cilasun’un, Çetin Çeki’nin okuduğu, bizim ahali akıl edemez diye düşündüklerinden olsa gerek, “Televizyonunuzu kapatmayı unutmayınız” diye uyarı yazısı koydukları, necefli maşrapa zavallılığından.
-Çamaşır makineleri merdaneli, Haile Selasiye Habeşistan imparatoruyken.
Ve şimdi dönüp bakıyoruz geriye;
Wi-fi’larımız, iPad’lerimiz, akıllı telefonlarımız, çanak antenlerimiz yoktu ama daha mutluyduk galiba.
YORUMLAR