Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Süleyman Hacıbektaşoğlu
Süleyman Hacıbektaşoğlu

**”ÇÖPÜN DEĞİL, SÖMÜRÜNÜN KOKUSU”**

Araklı Taşönü’nde iki aydır maaş alamayan işçilerle ve yıllardır kokudan nefes alamayan köylülerle konuştum. Korkunun, yoksulluğun ve sömürünün nasıl kurumsallaştırıldığını bir kez daha gördüm. Bu ülkenin asıl çöpü işçi değil; işçiyi ezen düzenin kendisi.
**”ÇÖPÜN DEĞİL, SÖMÜRÜN KOKUSU”**
Bugün Araklı Taşönü’ndeki katı atık tesisinde direnen işçileri ziyaret ettim. Daha kapıdan girer girmez ağır çöp kokusundan önce çarpan bir şey oldu, korku.
Öyle bir korku ki insanın derisini kesen cinsten. İşçiler avluda bir aradaydı ama kimse konuşmak istemedi. “Yetkiliden izin almamız lazım” dediler. O an anladım , Bu ülkede işçiye artık söz hakkı değil, yalnızca susma hakkı tanınıyor.
Konuşmak isteseler bile o cümle boğazda
düğümleniyor. Çünkü herkes biliyor, bir kelime fazla söylersen, bir kare fazla fotoğraf karesine girersen,
bir hak arama işaretini belli edersen,ertesi gün kapının önündesin.
İşçilerin gözlerindeki tereddüt, bu ülkenin 23 yıllık işçi politikalarının bir aynasıydı. Çekiniklik değil; açık bir örgütsüz sınıf korkusuydu. Korkutulmuş bir ülkenin, köşeye sıkıştırılmış emekçileriydi karşımda duran.
İşçilerin isteği üzerine görüşmek istediğim yetkililer, “toplantıdayız” sis perdesinin ardına saklandı
İşletme yetkilileriyle görüşmek istedim. İnsan kaynaklarından sorumlu kişi beni kapıda karşıladı. İl Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü ile toplantıdaymışlar. “Bugün görüşemezsiniz” dedi. Bürokratik bir kibarlıkla söyleyip topu taca atmak, ülkenin standart kurumsal refleksi.
Ama “İsterseniz dışarıda işçilerle konuşabilirsiniz” diye de ekledi. Güya açık kapı politikası.
Fiiliyatta “Sorumluluk bizde değil, alt taşeronda.”
Tesise geri döndüğümde dışarda kapıda jandarma vardı. Güvenlik bariyerleri, beton bloklar, kapatılmış yollar… Sanki çöp tesisi değil, sınıf mücadelesinin ikiz kuleleri.
İşçilerden hiçbiri dışarı adım atmadı. Fotoğraf çektirmek istemediler. Açıkça söylediler:
“İşimizden oluruz.”
Bu ülkede işçi sınıfının hikayesi artık şu cümleye sıkıştı: “Evine ekmek götürmek istiyorsan, susacaksın.”
Sonra köylülerle konuştum… onların yarası da başka bir yerden kanıyor
Caminin önünde birkaç köylüyle sohbet ettik. Onların derdi daha eski ve daha derin.
Tesis, kokusuyla mahalleyi yaşanmaz kılmış.
Sızıntı suları derelere karışıyor. Evde cam açamıyorlar. Bahçede oturamıyorlar.
Bir köylü, sözü işçilere getirerek şöyle dedi:
“Onların hali de kötü, bizim halimiz de. Bu tesis hem onları hem bizi mahvetti.”
Doğru. Bu ülkede doğanın da emeğin de kaderi aynı. Sermayenin keyfine terk edilmek.
İşçiler iki aydır maaş bekliyor. Şirket “kredi çıkarsa öderiz” diyor. Yani işçinin emeği bankanın insafına bağlanmış durumda. Sanki alın teri değil de finansal bir risk ürünü.
Müdürün açıklaması tam bir bürokratik göstermelik ritüeldi: “Usul var, prosedür var, alt taşeron sorumlu, süreç takip ediliyor…”
Bu cümleleri duyduğumuzda hepimiz biliyoruz ki,
Hiçbir şey yapılmayacak.
Hiç kimse sorumluluk almayacak.
Hiç kimse işçinin hakkını aramayacak.
Devlet ödemesini yapmış, firma parasını almış, taşeron kaybolmuş, ama maaş alamayan kim?
Çöp içinde çalışan işçi.
İşte bu, tekelci kapitalizmin Türkiye modeli: Kar özelleşir, zarar işçileşir.
Bu düzen işçiyi korkuyla terbiye ediyor. Bugün Taşönü’nde hissettiğim en ağır şey kokudan da ağırdı: İşçinin içindeki büyük çaresizlik.
Bu ülkede sömürü, sadece ekonomik bir mekanizma değil; psikolojik bir tahakküm.
Hak aramak artık cesaret değil, göze alınan bir kayıp.
Enerji işçilerine yapılanlar…
Kod 46 sopası…
Toplu işten atmalar…
Yıllardır süren taşeron terörü…
Hepsi aynı politik aklın ürünüdür:
“İşçiyi korkut ki düzen tıkır tıkır işlesin.”
Ama o düzen artık tıkır tıkır işlemiyor. Taşönü’nde çöp kamyonlarının beton bloklara takılması aslında daha büyük bir şeyin işareti: Sınıfın sabrı tükeniyor.
Evet, çöp kamyonları iki gün durdu.Ama esas duran bu düzenin kendisi.
Bugün orada gördüğüm işçi sessizliği, aslında büyük bir toplumsal öfkenin ilk fısıltısıydı.
Patronların saklandığı, işçilerin saklanmak zorunda bırakıldığı bir ülkede çürüme hızlanır.
Ve unutmayalım: Bu ülkenin çöpü işçiler değil; işçiyi ezen bu sömürü düzenidir.
Bugün Taşönü’nde bir kez daha anladım: Bu ülkede işçi sınıfı artık sadece sömürülmüyor, sistematik olarak susturuluyor. Patronun kar grafiği kutsal, işçinin hayatı ise maliyet kalemi.
Maaş alamayan işçi sabretsin, kokudan nefes alamayan köylü katlansın, ama şirket kasası asla eksilmesin , bütün düzen buna kilitlenmiş durumda.
Bu düzenin adı kriz değil; bu düzenin adı sömürüdür.
Ve artık herkes şunu bilsin: İki ay maaşını alamayan işçi sessiz kalırsa, yarın Türkiye’nin tüm işçileri sessizleştirilir.
Taşönü’nde çöp kamyonlarını durduran o bloklar aslında sermayenin yıllardır kurduğu korku imparatorluğuna dikilen ilk duvardır.
Sermaye kaçacak yer arıyor, bürokrasi sorumluluğu devrediyor, devlet sınıfın yanında değil patronun tahtasını parlatıyor. Ama çöpün içinde çalışan işçinin birikmiş öfkesi, bu ülkenin en tehlikeli kokusudur. Çünkü o koku, bir gün bütün maskeleri düşürür.
Bugün orada gördüğüm tablo tek bir hakikati haykırıyor:
İşçi sınıfı ya birlikte ayağa kalkacak, ya da bu düzen altında tek tek ezilerek yok olacak.Başka bir yol yok, bu ülkenin geleceğini patronlar değil, alın teri belirleyecek.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER