Biz CHP’nin eylemci kitlesi değiliz.”
Cümle kısa, ama ülkenin tüm siyasal fay hatlarını oynatmaya yetti. Kimi için hainlik, kimi için sağduyu, kimi için tarihsel bir kopuş. Tuncer Bakırhan söyledi. Türkiye solu ve seküler muhalefet bir anda pozisyon aldı: “Bakın işte, Gezi’de de yoklardı, yine yoklar!”
Ama durun. Belki bu kez meseleyi gerçekten konuşmalıyız. Belki bu cümle, sanıldığı kadar kaçış değil; tam aksine, pozisyon almanın en radikal yollarından biri.
Çünkü devamında ; Kürtlerle bir süreç yürütürken diğer taraftan Türkiye’nin demokrasi güçlerini döverim yaklaşımını biz kabul etmeyiz, etmiyoruz” da dedi.
Önce şunu soralım: Bu açıklama ulusalcı, cumhuriyetçi bir kırılma mı? Hayır. DEM Parti ne “Cumhuriyetin savunulacak hali kalmadı” demektedir, ne de “Biz bu işte yokuz.” Tam tersine, Bakırhan şöyle demektedir:
“Bu süreci sadece bir belediye başkanının tutuklanmasıyla sınırlı görmüyoruz. Biz toplumsal barışı örgütlemeye çalışıyoruz.”
Yani şunu diyorlar: Siz Cumhuriyet’i savunurken hangi Cumhuriyet’i savunuyorsunuz?
İnkâr politikalarının, kayyumların, cezaevlerinin, Roboskî’nin Cumhuriyeti mi? Yoksa bizim de içinde yer alabileceğimiz, kimlikleri tanıyan, halkların iradesini gözeten bir Demokratik Cumhuriyet mi?
Bu, inkârın yeniden üretildiği bir Cumhuriyet’e sadakat değil; o Cumhuriyet’in demokratikleşmesi için akılcı, tarihsel ve hatta sınıfsal bir müdahale. Sınıfsal sözcüğüne itirazınız olabilir.
Kimi diyor ki: “Niye sokakta yoklar? Bu kadar saldırıya rağmen neden mesafe koyuyorlar?”
Çünkü her siyasi özne, sadece bugünle değil, yarınla da konuşur.
Bakırhan ve DEM Parti’nin tutumu, Rojava’da kurulan özerk yapının, Irak’ta ve Suriye’de süren siyasal denklemlerin ve Türkiye’de yıllardır süren mücadele birikiminin parçasıdır.
Bu sadece iç siyasetle açıklanamaz. Çünkü bu halk, sadece İstanbul sokaklarında değil, Kobane’de, Mahmur’da, Kandil’de, Diyarbakır’da da var olmak zorunda.
O yüzden bu açıklama, bir ‘katılmıyoruz’ değil; ‘biz kendi önceliklerimizi koruyarak katılırız’ deme biçimidir.
Ve bu, Marksizmin öğrettiği en temel reflekslerden biridir: Sınıfsal ya da ulusal çelişkilerin kendi nesnel dinamiklerini gözetmek. İtirazınız olabilir. Bir de böyle bakmayı deneyin.
Kimileri hemen o meşhur defteri açıyor: “2017’de referandumda tarafsız kaldılar, bugün de aynısını yapıyorlar.” O tarihi hatırlayarak bugünü yorumlayamazsınız. Koşullar bugün aynı değil.
Ama soru şu: Tarafsız mı kaldılar, yoksa “herkesin tarafını kendi belirlediği bir denklemde” bağımsız bir hat mı inşa etmeye çalıştılar?
DEM Parti, AKP-MHP blokunun yanında değildir. Ama CHP’nin temsil ettiği “düzen içi muhalefet” hattında da değildir.
Yani bu, tarafsızlık değil; kendi tarafını halkının tarihinden, bölgesel gerçeklikten ve sınıf mücadelesinden çıkaran bir hattır.
Bakırhan’ın Maltepe mitingine dair söyledikleri her şeyi özetliyor aslında:
“Maltepe’ye de geliriz. Uzanan eli de tutarız. Ama biz başka bir süreçteyiz. Daha fazla özgürlük çıkar mı, ona bakarız.”
İşte budur mesele. Maltepe’ye gitmek, CHP ile aynılaşmak değildir. CHP’nin dümen suyunda giden solcular için bu “ihanet” olabilir, ama DEM Parti için bu, taktik bir müdahaledir.
Yani Maltepe’ye gitmek, laiklik ezberiyle değil, halkların özgürlük çıkarlarını kollayarak, alanlardaki ırkçı faşist söylemlerin önüne geçmekle olur.
Peki Ya Bahçeli’nin “Takdir”i?
Bahçeli’nin “takdir edilesi sağduyu” yorumu ise başka bir yazının konusu. Ama kısaca diyebiliriz ki:
Bahçeli, muhalefeti bölmek ister, Kürtleri meşrulaştırmak için değil; sınırlar içinde tutmak için.
Ancak sorun şu ki, Bahçeli’nin aklı hegemonya kurmaya değil, kontrol etmeye yeter. O yüzden DEM Parti’nin pozisyonunu kendi hamlesi zanneder.
Ama tarih, bu tür yanılsamaları çok gördü. Hegemonya sadece bastırarak değil, halkı ikna ederek kurulur.
Ve halk, uzun süredir bu süreçte devletin yalanlarını değil, DEM Parti’nin gerçekliğini görüyor.
Son Söz: Devrim, Bu Taraflardan Biriyle Değil, Bu Tarafları Aşmakla Gelecek.
DEM Parti’nin pozisyonu basitçe “kararsızlık” ya da “uzak duruş” değil; halkını teslim etmeden, siyasete katılma iradesidir.
Ne devletten ne muhalefetten tam olarak umduğunu bulamayan bir halk hareketi, kendi yolunu açmaya çalışıyor.
Ve bu yol, ancak Marksist bir okumanın eşlik ettiği bir demokratik devrimci sürece dönüşebilir.
Çünkü artık mesele sadece “iktidar kimde olacak?” değil,
Cumhuriyet nasıl bir şey olacak?
Kimlikler tanınacak mı?
Devlet gerçekten değişecek mi?
Bu sorulara cevabı sadece Maltepe’de arayanlar, geleceğin halkçı cumhuriyetini kuramayacak.
Ama belki, Bakırhan’ın kurduğu o cümleyle birlikte, zaten yok edilen bir daha geri gelmesi imkansız olan cumhuriyetin değil , inisiyatifi ele alarak birleşik toplumsal bir mücadele ile başka bir demokratik cumhuriyetin taşlarını döşemeye başlayabiliriz.
İşte Maltepe’de olmanın amacı bu olmalıdır. Çünkü ülkede mesele Imamoğlu meselesi değildir. Yoksullaşan, ezilen, sömürülen, özgürlükleri ve gelecekleri çalınanların meselesidir.
Şimdi itirazlarınızı yazabilirsiniz.
YORUMLAR