Devletletleşmiş Akp- Saray iktidarının elinde ki en büyük güç propaganda gücü. Bütün medyasıyla zaten muhalif medyada kalmadı ya bu gücü halkın üzerinde çok iyi kullanıyor. Trolleri ,yandaşları da sosyal medya üzerinden bı propogandayı yaygınlaştırıyor.
İlginç olan ekmek almak için bir sürü zorluk yaşayan insanımızın da bu paylaşımlara destek vermeleri ki insanın aklı bu kadar sorgulamayan bir toplumu anlayamıyor. Şirketler kazandıkça kendilerini tok hissediyorlar ve milliyetçi reflekslerle açlıklarını unutuyorlar. Sistem bu işi iyi beceriyor.
Her gün aynı aynı paylaşımlara bir yenisi ekleniyor: İnsanlar geçinemiyor, ekmek kuyrukları uzuyor, kiralar uçuyor, çocuklar beslenme çantasına peynir koyamıyor, ama sosyal medyada birileri büyük bir özgüvenle “Ama İHA yaptık!” diyor. “Altay tankı geliyor, TCG Anadolu denize indi, bakın biz büyüyoruz!” diyor.
Ekonomi çökmüş, maaşlar açlık sınırında, ev alamazsın, çocuğunu okutamazsın ama mesele değil! Çünkü Bayraktar uçuyor. Çünkü savunma sanayiinde devrim yaşanıyor! Çünkü devletin yerine geçen şirketler büyüyor.
Bu nasıl bir bilinç? Emekçinin payına sefalet düşerken, patronlar pastadan en büyük dilimi alırken, insanlar neden savunma sanayiinin kârlarıyla övünüyor?
Kapitalizmin en büyük başarılarından biri işte bu: Seni yoksullaştırırken, seni sömürenin zenginliğiyle gururlanmanı sağlamak. İşçilerin cebine tek kuruş girmeyen bir sektör, ülkeyi açlığa mahkûm eden iktidarın propagandasına dönüşüyor ve milyonlarca insan, ceplerini boşaltanların ceplerini doldurmasına alkış tutuyor.
Bir ülkenin tarihini yeniden yazmanın en kolay yolu, geçmişi unutturup bugünü zafer naralarıyla süslemektir. Hele hele savunma sanayii gibi, devletin 100 yıllık yatırımlarıyla kurduğu bir sektörü özel şirketlere devredip sonra da “Bakın işte, biz olmasaydık taş devrindeydik!” demek, burjuvazinin klasik illüzyonlarından biridir.
Evet, Türkiye’de tank yapıldı, uçak üretildi, savunma sanayii gelişti. Ama ne hikmetse, tüm bunlar 2002’den sonra oldu! Öncesi yokmuş gibi anlatılınca, tarih de baştan yazılmış oluveriyor.
1925’te Atatürk’ün girişimiyle Kayseri Uçak Fabrikası kurulmuş, 1930’larda yerli silah üretimi başlamış, hatta 1974’teki Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası savunma sanayiinin geliştirilmesi için ASELSAN, TUSAŞ, HAVELSAN gibi dev şirketler devlet eliyle kurulmuş.
Ama AKP’ye sorarsanız, savunma sanayiimiz o zamana kadar demirci körükleriyle çalışıyordu, bizler de taş ve sopayla savaşıyorduk.
Peki, 2002 sonrası ne değişti? Birincisi, devletin tekelindeki savunma sanayii, burjuvazinin eline teslim edildi. Daha önce devletin yatırım yaptığı alanlar, “milli ve yerli” diye pazarlanan özel şirketlere teşviklerle, vergi indirimleriyle, devlete sipariş zorunluluklarıyla altın tepsiyle sunuldu.
Bugün Baykar’ı, BMC’yi, Otokar’ı devletin projeleri olmadan düşünmek mümkün mü? Devletin yatırımıyla gelişen şirketler, sanki sadece kendi bileklerinin hakkıyla ayakta kalıyormuş gibi anlatılıyor.
Kapitalizmin her zaman yaptığı gibi: Sermaye sınıfı devlet eliyle güçlendirilir, sonra devletin yerine özel sektör kutsanır.
Ancak burada basit bir kapitalist teşvikten bahsetmiyoruz. Mesele, savunma sanayiinin emperyalist işbölümünde Türkiye’ye biçilen rol. NATO’nun 1952’den beri şekillendirdiği Türk ordusu, uzun yıllar boyunca kritik teknolojilerde dışa bağımlı kaldı.
Çünkü bağımsız bir savunma sanayii, Batı’nın çıkarlarına uygun değildi. 1974 ambargosuyla bu bağımlılığı kırma hamleleri başlasa da, AKP döneminde bu süreç farklı bir boyut kazandı: Savunma sanayii devlet tekeli olmaktan çıkarılarak özel sektöre devredildi.
NATO’nun sadık müttefiki olma rolü değişmedi, ama silahları kim üretiyor sorusu değişti. Bugün üretilen İHA’lar, tanklar, mühimmatlar hâlâ NATO’nun savaş stratejileri içinde yer alıyor, ama üreticiler devlet değil, sermayedarlar.
Ve en ironik olan da şu: AKP, sermaye sınıfını güçlendirirken, Cumhuriyet’in devletçi sanayi modelini tamamen sildiğini gizliyor.
1930’larda kurulan uçak fabrikalarını kapatan da kapitalistleşme politikalarıydı, bugünkü “savunma sanayii mucizesini” ortaya çıkaran anlayış da aynı.
Fark sadece şu: Eskiden devlet eliyle kurulan bir sektörü güçlendirmek esasken, şimdi özel şirketleri büyütmek ve devletin savunma işlevini burjuvaziye devretmek temel strateji haline geldi.
Sonuç? Türkiye, NATO’nun bölgesel taşeronluğunu daha modern ve daha “yerli” bir şekilde yapıyor. Ama ironik olan, geçmişi tamamen unutturarak, her yeni projeyi sanki ilk kez AKP hayata geçirmiş gibi sunmaları.
Tarihsel materyalizm açısından bakarsak, bu süreç bir kopuş değil, sürekliliktir. Tek fark, devletçi sanayi modelinden neoliberal modelle sermaye sınıfının kârına açılmış bir sektöre geçilmesidir.
Ama sormak lazım: Bir ülkede tank yapıldı diye, o ülke gerçekten bağımsız olur mu? Ya da Bayraktar uçunca, halkın ekonomik kriz içindeki durumu değişir mi?
Bu yazıyı okuyan bazıları hemen şunu diyecek: “Ama işte teknoloji gelişiyor, eskiden yapamıyorduk!” Tamam, teknoloji gelişiyor. Ama senin evinin kirası da gelişiyor. Market fiyatları da gelişiyor. Açlık sınırı da gelişiyor. Senin yoksulluğun gelişirken, patronların serveti de gelişiyor. Ve sen, bunu gururla paylaşıyorsun.
Bize de şunu söylemek düşüyor: Ekmek kuyruğunda bekleyenlerin, tank üretenlerden medet umduğu bir ülke, ancak kapitalizmin en büyük başarısı olabilir. Ve maalesef, bu “başarı” hala çok iyi çalışıyor.
Son olarak, şu slogana da bir ek yapalım: “Tankı, tüfeği, kapitalizmi biz getirdik!”
Mesele sadece silah yapmak değil, o silahın kimin çıkarına çalıştığıdır. Emekçilerin savunması mı, yoksa sermayenin büyümesi mi? İşte, gerçek milli mesele budur.
YORUMLAR