Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Süleyman Hacıbektaşoğlu
Süleyman Hacıbektaşoğlu

**”Sartre’ı Severim”**

**”Sartre’ı Severim”**
“Yarım kalan aşklar, varoluşun en sahici sınavıdır.”
Sartre’ı severim. Onu kendime benzetirim ya da kendimi ona… Hangimiz hangimizin aynası, hâlâ karar veremedim.
Ama bir şey biliyorum: ikimiz de insanın kendi cehennemini, başkalarının bakışında bulduğunu erken fark ettik. Ve o günden sonra, hiçbir aynaya güvenemedik.
Sosyal medyada bir paylaşım yine beni anılarıma götürdü. Yine bir varlık yoklaması yaptırdı bana. Yine varoluşumun sebeplerinden birini unutamadığımı belki unutmak istemediğimi tekrar fark ettim.
Sartre, varoluşun o keskin yalnızlığını parlatırken, ben de kendi hayatımın köşebaşlarında aynı taşlara takıldım.
“İnsan, yaptıklarıyla olur,” der. Ben de her sabah, çayımın dumanına bakarken aynı cümleyi düşünürüm: Yaşamak, bir kararı sonsuza kadar taşımaktır. Bir cümleye imza atmak gibi, bir hataya bile sahip çıkmak gibi… işte böyle bir şeymiş yaşadığım.
Sonra “Bulantı” gelir aklıma. O müthiş eser. “Yaşamın nedenini sorgulayan insanın yalnızlığını” anlatan o roman. Sanki kahramanı benmişim şu sıralar.
Roquentin’in kökleriyle kıpırdayan ağaca bakarken duyduğu mide kasılması ; o sahne, benim içimde de bir yankı son zamanlarda. Şimdi daha iyi anlıyorum.
Çünkü bazen dünya bana da fazla “gerçek” geliyor;
taşınamayacak kadar somut, açıklanamayacak kadar çıplak.
Bir masa, bir sandalye, masada çay ,sigara ve telefonda yakın geçmişten kalan eski fotoğraflar…
Her biri varoluşun ağırlığını fısıldar. İnsan bazen yalnızca yaşadığı için utanır. Bazen de yaşadıklarına, yaptıklarına. Ama asıl yapamadıklarına.
Ama sonra bir yüz gelir aklıma ; zamanın silmeye kıyamadığı bir yüz. Bir gülümseme, bir “hoşça kal” bile diyemeden biten bir cümle…
Yarım kalmış bir aşkın sessizliği, Sartre’ın cümlelerinden bile daha yüksek konuşur bazen.
Onunla konuşmadığım her gece, Simone’un Sartre’a yazdığı mektupları düşünürüm:
“Seni seviyorum, ama seninle yaşayamam.”
Ne kadar tanıdık bir cümle, değil mi?
Bir ömrün sığamadığı iki karakter, bir düşüncenin içine hapsolmuş iki kalp…
Onlar gibi biz de kendi özgürlüğümüzün mahkûmu olduk belki.
Aşkı, sahip olmakla öldürmemek için yarım bıraktık.
Belki bu yüzden hâlâ unutamadım. Çünkü unutmak, tamamlamaktır; ben yarım kalanı, olduğu gibi sevdim.
Sartre bana insanın hayatı boyunca o yankıyla yaşadığını öğretti. Biraz öfkeyle, biraz kabullenişle.
Çünkü özgürlük bir armağan değil, bir ağırlıktır.
Kendini seçmek, aynı anda kendine mahkûm olmaktır.
Ve ben, onu sevmeyi seçtim , yokluğunda bile.
Evet, Sartre’ı severim. Ama onu anlamak, bir dostu değil, bir aynayı sevmek gibidir.
Soğuk, dürüst, rahatsız edici bir ayna…
İnsanın bütün maskelerini soyup, geriye çıplak “ben”i bırakır. O ben ki ne kahramandır ne kurban.
Sadece sorumludur.
Belki bu yüzden benzetirim kendimi ona.
Çünkü dünyayı değiştirmek için önce kendi gölgemle hesaplaşmam gerekir.
Ve o hesaplaşmada Sartre’ın sesi hep kulağımda çınlar:
“Cehennem başkaları değildir, cehennem kendini görememektir.”
Ben de o yüzü gördüm ve hâlâ unutmadım.
Çünkü bazı aşklar, Sartre’ın dediği gibi, yaşanmaz; düşünülür.
Ve düşünmek bazen, sevmekten daha kalıcıdır.
Ve Simone de Beauvoir’ ın dediği gibi :
“Hiçbirimiz sahip olamayız birbirimize, ama birbirimizi taşıyabiliriz , hayatın ağırlığı altında, yan yana.”
Belki Simon haklıdır. Biz birbirimizi taşımayı beceremiyoruz. Belki aşk, sevgi birbirini taşımaktır. Belki aşk, sevgi özgürlüktür.
Kim bilir?

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER