Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Süleyman Hacıbektaşoğlu

*’Ne Liberal “Doğaya Dokunma” Romantizmi, Ne de Kapitalist “Ne Bulursan Al” Vahşiliği”*

Bu yazacağım yazı ile pek çok çevreden olumsuz eleştiriler alacağımı bilerek yazacağım. Belki de olumlu eleştiriler de gelecek ama sormak ve sorgulamak, sorgulatmak gereği hissettim. Bu arada ben de öğreneceğim.
Uzun zamandır çevre ve ekoloji mücadelesi içerisindeyim. Tek söylediğimiz: “Enerji sermayeye lazım.” Ama bu söylem bizim için yeterli mi?
Söze bu şekilde başlamak, altını yaratacağımız dünyanın ihtiyaçları doğrultusunda doldurulmuş bir söylem üretmeyi zorunlu kılıyor.
Çünkü artık alanda daha ikna edici, daha somut, daha dönüştürücü söylemlere ihtiyacımız var. Ya ütopik bir “doğal yaşam”ın duygusal dünyasında yaşayacağız ya da halka alternatifini anlatacak argümanları geliştireceğiz.
Bu yazı, ikinci yolu seçiyor: Ne doğayı kutsallaştıran liberal romantizm, ne de onu hunharca sömüren kapitalist yıkıcılık…
Bizim yolumuz Marksist yoldur. Yani doğayla çatışmadan dönüşüm, çelişkiyle hareket, realizmle umut inşa etmenin yoludur.
Marx’ın Kapital’de vurguladığı gibi, kapitalizm insanla doğa arasındaki metabolik dengeyi parçalar. Bu yarık, ne sadece “insan doğaya zarar veriyor” diye açıklanabilir ne de bireysel bilinçle çözülebilir. Bu, toplumsal üretim tarzının doğayla kurduğu ilişkinin bir sonucudur.
“Kapitalist üretim, insan ile toprak arasındaki madde alışverişini ihlal eder.” Karl Marx
Marksizm için doğa, kutsal bir varlık değil; tarihsel olarak dönüşen, insanla etkileşim içindeki maddi bir sistemdir.
Bu yüzden sosyalist bir hareket, doğayla ilişkisinde duygu değil akıl, çaresizlik değil plan, geriye kaçış değil ileri bakış temelinde hareket etmek zorundadır.
Kapitalizmde üretici güçler, kaotik ve kontrolsüz biçimde gelişir. En temel örnek: enerji.
Fosil yakıtlar, toprağı, suyu, havayı zehirler;
Nükleer enerji, risklerle dolu bir teknoloji olarak militarist hedeflerle birleşir;
Yenilenebilir enerji bile, kapitalizmde rantın yeni sahasıdır: dağlar HES’lerle, köyler GES’lerle, rüzgar yolları RES’lerle kuşatılır.
Bu koşullarda, sosyalistler ne yapmalıdır?
Enerji üretimini durduramaz, çünkü enerji halkın yaşam hakkıdır. Tüm madenleri kapatamaz, çünkü sanayi, tarım, sağlık gibi sektörler madene bağlıdır.
Ama enerjiyi ve madeni, toplumun kolektif ihtiyaçları için planlayabilir.
İşte tam burada Marksist realizm devreye girer. Çünkü sosyalist hareket, kendi ütopyasını inşa ederken bile maddi gerçeklikten kopmaz.
Stephen Brain’in Song of the Forest adlı
çalışmasından öğrendiğimiz gibi, Stalin dönemi Sovyetler Birliği, doğayı yalnızca üretimin nesnesi değil, yaşamın önkoşulu olarak gördü. Sovyet doğa politikası:
Ormanları iklim düzenleyici olarak planladı,
Ağaçlandırma kampanyalarını merkezi olarak örgütledi,
Biyogeosenoz anlayışıyla doğanın bütünlüğünü tanıdı.
Elbette hatalar vardı, çelişkiler yaşandı. Ama bu çelişkiler, doğaya yönelen sosyalist aklın çabası içinde yaşandı; kapitalist vahşetteki gibi doğayı yok sayarak değil.
Bugün sosyalistler Sovyet deneyiminden şunu öğrenmelidir: Doğayı korumanın yolu üretimden kaçmak değil, üretimi planlama.
Kapitalizmin bize sunduğu iki seçenek vardır:
Ya doğayı sömürerek enerji üret,
Ya da doğayı korumak adına üretimi durdur, kıtlık yarat.
Sosyalist yaklaşım bu ikilemden çıkıştır. Nedir bu?
Enerji kamusaldır; herkesin hakkıdır. Ama ne kadar, nerede ve nasıl üretileceğine toplum karar verir.
Yerel ekosistemlere zarar vermeyen HES, RES, GES projeleri, planlama çerçevesinde mümkündür.
Madenler işletilir, ama yerel halkın rızası, ekolojik etkilerin hesabı, yeniden doğaya kazandırma projeleriyle birlikte.
Kısa vadede fosil yakıtlar gerektiğinde düşük emisyonlu ve geçici olarak kullanılabilir; ama uzun vadeli hedef yenilenebilir bağımsızlık olmalıdır.
Evet, sosyalistler gerçekçi olmak zorundadır. Ütopik doğa hayalleriyle, ekmek kuyruğundaki halkı ikna edemezsin. Ama kapitalizmin yıkıcılığına teslim olmak da çözüm değildir.
Sosyalist hareket: Bilimsel verilerle, Somut geçiş planlarıyla, Toplumsal ihtiyaçları temel alan önerilerle, Doğayla akıllı, saygılı ama müdahaleci bir ilişkiyle ilerlemelidir.
Yani ne “doğa dokunulmaz” diye kutsanmalı, ne de “sınırsız sömürülebilir” diye yağmalanmalıdır. Doğa ne tapınaktır ne markettir. O, ortak yaşam alanımızdır.
Doğa için sosyalist bir gelecek inşa edeceksek:
Enerji sistemimizi kamu mülkiyetine almalı,
Üretimimizi halkın ihtiyaçlarına göre planlamalı,
Bilimi halkın ve doğanın hizmetine sunmalı,
Ve en önemlisi, romantizme değil, örgütlü topluma güvenmeliyiz.
Sosyalist ekoloji, ne doğaya ağlayarak ne de onu hiçe sayarak kurulur. Ancak örgütlü halkın planlı üretimiyle, doğayla yeniden dengeli ve adil bir ilişki kurulabilir.
Şimdi görevimiz, bu gerçekçiliği halka anlatmak, doğayı kurtarmak için doğa mücadelesini sınıf mücadelesine bağlamaktır.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir