Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Süleyman Hacıbektaşoğlu

Komünistler Barışa Nasıl Bakmalı?

Başlık biraz iddialı oldu . Tabiki yazdıklarım beni bağlar ve benim görüşlerim. Bu yazıyı yazarken birlikte tartışalım, birlikte bir sonuca varalım diye yazmaya çalışıyorum.

Elbette doğruyum, haklıyım diye bir üstten bakmacı anlayışa sahip değilim. Tek derdim var, bir komünist olarak bugün ülkemizi, hslklarımızı ve Ortadoğu halklarını yakından ilgilendiren, adına barış denilen duruma bakmak. Birlikte bakmak.

Durumu biri Tarihsel TKP diğeri bugün TKP adıyla siyaset sahnesinde olan iki komünist partinin birbirinden çok farklı açıklamaları üzerinden tartışmak istiyorum.

Hele başlayalım, bakalım nereye varırız.

Türkiye’de bir kez daha “barış süreci” , süreç diyoruz yapılan açıklamalardan bir geçmişi olduğunu anlıyoruz. Yoksa ani gelişen bir durum olmadığı ortada ve herkes tarafından tartışılıyor.

Kimi Kürtleri ve Dem Partiyi cellatına aşık olmakla suçluyor. Kimi daha basite indirgeyip Dem’li siyasetçilerin Bahçeli ve devlete yaptığı güzellemeler üzerinden eleştiriyor. Bir kısımda hala ulusal birlik üzerinden, bunca şehit ne olacak üzerinden eleştiriyor.

Kürt siyasetinin temsilcilerinin ve diğer burjuva siyasetin temsilcilerinin ne söylediğinden bağımsız biz komünistler ne söylemeliyizi daha çok tartışmamız gerekiyor belki de.

Abdullah Öcalan’ın yaptığı çağrı, devletin pozisyonu, PKK’nin vereceği yanıt, bölgede süren savaşlar ve elbette Türkiye’nin iç siyasi dengeleri meselenin tam merkezinde.

Peki, bir komünist bu sürece nasıl bakmalı? Biz barışa karşı olabilir miyiz? Hayır. Ama nasıl bir barış ve kimin çıkarına? İşte kritik soru bu.

Bu süreç hakkında iki farklı TKP ‘ nin açıklamaları var. Biri Kemal Okuyan’ın başında olduğu TKP’den, diğeri ise Tarihsel TKP ‘ nin devamı olduğunu iddia eden Politika gazetesi çevresinde örgütlü TKP Merkez Komitesi’nden.

İkisi de kendini komünist olarak tanımlıyor, ikisi de Marksist-Leninist olduğunu iddia ediyor ama sürece bakışları oldukça farklı.

Okuyan’ın açıklamalarına bakınca, bir komünistin değil de, ilerici bir sosyal demokratın ya da sol-Kemalist bir aydının konuştuğunu hissediyoruz.

Sürekli Cumhuriyet vurgusu, “aman ha, Cumhuriyet’in altı oyuluyor” kaygısı, Kürt hareketine karşı mesafeli ve şüpheci bir duruş… Sanki 100 yıl önce Lenin’in yazdığı “Ulusal Sorun ve Sosyal Demokrat Program” kitabı hiç okunmamış gibi.

Lenin, ezilen ulusların kendi kaderini tayin hakkını koşulsuz savunmak gerektiğini söyleyeli bir asır oldu. Ama bugün, kendini Leninist diye tanımlayanlar hâlâ “Kürt hareketi sosyalist değil” bahanesiyle süreci burun kıvırarak izliyorlar. Sanki ulusal hareketlerin hepsi doğuştan sosyalist olmak zorundaymış gibi.

Tam bu noktada Tarihi TKP ( ayırmak için tarihi diye kullanacsğım) Merkez Komitesi’nin yaptığı açıklama daha doğru bir yerde duruyor. Kürt halkının mücadelesinin, hem işçi sınıfı mücadelesiyle hem de Türkiye’deki devrim süreciyle nasıl bağlantılanabileceğini anlatmaya çalışıyor.

Leninist ilkelere daha yakın bir yerde duruyorlar ama onlar da süreci biraz fazla “demokratikleşme” perspektifinden ele alıyor. Evet, demokratikleşme işçi sınıfına alan açar, bu doğru. Ama mesele yalnızca demokratikleşme değil. Mesele, komünistlerin bu süreçte nasıl bağımsız bir devrimci pozisyon alacağı.

Şimdi bazı temel noktaları netleştirelim:

1. Cumhuriyet Fetişizmi Komünistlere Yakışmaz.
Cumhuriyet’in kazanımları vardır, doğrudur. Ama komünistlerin görevi Cumhuriyet’i korumak değil, onu aşmaktır.

Çünkü Cumhuriyet dediğimiz şey burjuvazinin devleti, kapitalist düzenin bir formudur. Onu yıkıp yerine sosyalist bir işçi-emekçi iktidarı kurmak gerekir.

Ama Okuyan’ın açıklamalarında, Cumhuriyet’i koruma refleksi o kadar baskın ki, Kürt meselesi de, barış süreci de bu filtreden geçerek değerlendiriliyor. Bu, Kemalizm’in solcu versiyonu olmaktan öteye gitmez.

2. Ulusal Sorun ve Kürt Halkının Hakkı.
Leninist bakış açısıyla bakınca mesele nettir: Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı vardır, ister ayrı devlet kurar, ister federasyon ister, isterse özerklik.

Ama Kürt siyasetçileri de kendilerine kayyum atayan, onları hapislerde hukuksuz bir şekilde yatıran, Kürtlerin hiç bir hakkına rıza göstermeyen, Kürt halkının kazanımlarına düşman olan ve bunlara bombalarla cevap veren bir devlet, hatta bu işi hükümete indirgeyerek onlara güzellemeler yapıyor demek sorunu çözmez.

Bu durum Kürt halkının bileceği iştir. Komünistler kendi kaderini tayin hakkını koşulsuz savunur. Ancak buradaki ince çizgi, ulusal hareketin burjuva ya da küçük burjuva bir karakter taşıdığını unutmamaktır.

Yani, evet bu hakkı savunacağız ama aynı zamanda Kürt halkının içindeki işçi sınıfı ve emekçi kesimlerin kendi bağımsız politikalarını oluşturması için mücadele edeceğiz.

3. Barış Süreci/ durumu, İşçi Sınıfının Çıkarına mı?
Komünistler için barış, tek başına bir amaç değildir. Barışın nasıl bir içeriğe sahip olduğu önemlidir.

Bu süreç, işçi sınıfının örgütlenmesine, sınıf hareketinin güçlenmesine, halkın devrimci örgütlenmesine alan açıyorsa, destekleriz.

Ama barış denilen şey, devletin sistem içinde yeni bir denge kurma çabasıysa, emperyalizmin bölgeyi dizayn etmek için attığı bir adım olacaksa, o zaman dikkatli olmamız gerekir. Kelimelerinizi ona göre seçmeniz gerekir.

Bu noktada Tarihi TKP Merkez Komitesi’nin açıklaması, barışın sınıf mücadelesi açısından nasıl değerlendirilmesi gerektiğine dair daha doğru bir yaklaşım getiriyor.

Barış, eğer işçi sınıfının mücadelesine nefes aldıracaksa, demokratik hakları genişletecekse, devrimci hareketin örgütlenmesini kolaylaştıracaksa elbette desteklenmelidir.

Ama bunu yaparken, bağımsız devrimci bir çizgide durulmalı, süreç reformist bir “demokratikleşme” hikâyesine indirgenmemelidir.

4. Barış Süreci Kime Hizmet Edecek?
Buradaki asıl mesele şu: Bu süreç, durum, Türkiye’de işçi sınıfı hareketinin önünü açacak mı, yoksa burjuvazi için yeni bir denge süreci mi olacak?

Eğer ilk ihtimal gerçekleşirse, komünistlerin buradaki rolü, barış sürecini işçi sınıfı lehine yönlendirmek olmalıdır. Eğer ikinci ihtimal ağır basarsa, devrimci bir tutumla süreci teşhir etmek, burjuvazinin manevralarını ifşa etmek gerekir.

Sonuç olarak, komünistler için mesele basittir:

– Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı koşulsuz savunulmalı.

– Cumhuriyet kutsanmamalı, burjuvazinin devleti olduğu unutulmamalı.

– Barış süreci, işçi sınıfının ve halkların lehine olacak şekilde ele alınmalı.

– Reformist demokratikleşme söylemlerine kapılmadan, sürecin devrimci bir hat kazanması için mücadele edilmeli.

Bugün ki TKP sosyal demokrat bir Cumhuriyet savunusundan öteye gitmiyor. Oysa bir komünist parti, burjuva Cumhuriyet’i kutsamak yerine onu yıkmayı hedeflemelidir.

Tarihi TKP Merkez Komitesi’nin açıklaması, daha Leninist bir çizgiye yakın olsa da, süreci daha fazla devrimci bir perspektiften ele almalı ve işçi sınıfının bu süreçte nasıl özne olabileceğine dair daha güçlü bir hat çizmelidir.

Son olarak, unutmayalım: Barış, işçi sınıfı ve halkların mücadelesini ilerletiyorsa anlamlıdır. Yoksa, masa başında yapılan anlaşmalar halklara değil, ancak egemenlere hizmet eder.

İşte tartışmaya açık bir değerlendirme. Buyrun söz sizde.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER