İran – İsrail savaşı diye adlandıralım. Şimdilik bombalar patlıyor, şehirler yıkılıyor, insanlar ölüyor. Bu bir operasyon değil çünkü karşılıklı silahlar konuşuyor. O zaman savaş diyebiliriz.
Ne kadar sürer bilemiyoruz. Ama biz zamana yayılacak bir savaş olarak düşünüp İran Komünist Işçi Partisi’nin çağrısını ona göre yorumlamaya çalışalım.
Elbette bu yorum bana ait bir yorumdur. Başka insanlar farklı düşünebilir. Ama önemli olan tartışmak değil mi?
İki devlet savaşıyor. İki halk ölüyor . Ama bir halk ayağa kalkarsa, belki bir rejim yıkılır.
İran Komünist İşçi Partisi bir bildiri yayınladı. Bildiri, İsrail’in İran’daki nükleer ve askeri merkezlere, generallere yönelik saldırılarını bir fırsat olarak tanımlıyor.
“Bu saldırılarla İran halkını katledenlerin bazıları öldürüldü. Bu, cellatlara darbedir. Ancak kurtuluş, halkın kendi elleriyle bu rejimi yıkmasındadır” diyorlar.
Ve çağrıları açık: “Kadın, yaşam, özgürlük” sloganını yükselten kadınlardan, grevdeki işçilere, öğrencilerden emeklilere kadar herkes sokağa çıkmalı.
Diyorlar ki: “Halk üçüncü cephedir. Ve bu cephe, halk devrimini başlatmalıdır.”
Şimdi duralım.
İran halkı zalim bir rejim altında yaşıyor mu? Evet.
Bu rejim, hem kendi halkına hem komşularına zulmetti mi? Evet. Sokaklara dökülen insanlar haklı mı? Elbette.
Ama sorumuz bu değil. Sorumuz şu: Bu çağrı doğru mu?
Marksist bir yerden bakalım. Lenin der ki: “Her devrimci durum, bir devrime yol açmaz. Eğer devrimci bir örgüt, bilinçli bir sınıf hareketi ve iktidara yönelmiş bir özne yoksa, halk ölüme gönderilir.”
Gramsci, “savaş değil mevzi” der. Hegemonya kurulmadan, toplumu kazanamadan yapılan ayaklanmalar, tarihte çok kez karşı-devrimin zeminini hazırlamıştır.
Rosa ise daha da yalındır: “Ya sosyalizm ya barbarlık.” Ama onun da uyarısı nettir: Örgütsüz halkı, kanın selinde yalnız bırakamayız.
İranlı komünistler bugün ne öneriyor? Bir halkın savaşı fırsata çevirmesi. Ama bu halk örgütlü mü?
Devrimci partiler kitleleri sürükleyebilir mi? Grevler genel bir stratejiye mi bağlı? İdeolojik bir hegemonya kuruldu mu? Hayır. En azından ben böyle biliyorum. Daha net bilgileri olan varsa yazsın.
O halde bu çağrı, evet, haklı bir öfkenin çağrısıdır ama hazırlıksız bir halkın önüne sürülmüş bir devrim hayalidir.
Biz Marksistler için mesele sadece doğruyu söylemek değil, doğru zamanda doğru yolu göstermektir.
Savaşa karşı mıyız? Evet. İran rejimine karşı mıyız? Kat be kat evet. Ama halkın kaderini bir anda rejimi yıkmakla eşitlemek, bir halkın canını bir tez uğruna kurban etmek olmaz mı?
Devrim, bir çağrı değildir sadece. Devrim, örgütlenmiş bir halkın tarihsel karar anıdır.
İran’da devrimci durum varsa, devrimci özne yoksa, bu çağrı ya sönümlenir ya da bastırılır. Kitleler yalnız bırakılırsa, devrim değil, umutsuzluk kalır geriye.
Peki ne yapılmalı?
Şimdi İran halkının örgütlü gücünü inşa etme zamanıdır. Komiteler, grev ağları, kadın meclisleri, yerel direniş noktaları…
Sokağı ateşe vermek değil, devrimci seferberliği örgütlemek zamanıdır.
Çağrı doğru mu?
Niyet doğru. Ama devrim niyetle olmaz. Hazırlıkla, bilinçle, örgütle olur.
Yoksa, yeni Mahsalar, yeni Sarinalar düşer toprağa.
Biz ağlarız, komünist önderlik ise yokluğu ile yüzleşir.
Bir bildiriyi okuduk birlikte, ama aslında bir halkın feryadını işittik. Yüreğimiz titredi mi Mahsa’nın gözleri geldiğinde aklımıza?
Bir an sustuk mu “devrim” dendiğinde, çünkü o kelime artık herkesin ağzında ama kimsenin omzunda değil?
Unutma…
Devrim yalnızca bir çığlık değildir. Devrim, örgütlü halkın sabrıdır, acısıdır, cesaretidir. Ve en çok da, yanlış zamanlarda haykırmaktan kaçınma
olgunluğudur.
İranlı yoldaşlarımız doğru olanı söylüyor olabilirler. Ama biz doğru olanı ne zaman ve nasıl söyleyeceğimizi bildiğimizde kazanacağız.
Şimdi bize düşen, sadece anlamak değil.
Sorgulamak. Tartışmak. Hazırlanmak.
Çünkü bu dünyada yanlış zamanlar çok, doğru insanlar az.
Ve bir halk, hazırlıksız devrim çağrısına değil; hazırlandığında ayağa kalkan bir partiye muhtaç.
Çünkü halk ölmesin diye devrim vardır.
Ve devrim, önce sorumluluktur.
Şimdi bu yazının sonuna yaklaşırken, sadece İran’ı ya da Türkiye’yi değil, bu coğrafyanın tamamını düşünmenin zamanı.
Çünkü tekil çıkışlar, örgütsüz patlamalar, başarısız kalkışmalar, sadece yenilgiyi değil, umutsuzluğu da örgütler. Ve umutsuz halk, faşizmin en iyi ham maddesidir.
İranlı komünistlerin çağrısı, evet, teorik olarak haklı.
Ama tek başına değil.
Suriye bastırılmışken, Türkiye’de işçi hareketi dağılmışken, Irak’ta yoksulluk direnişi silahla bastırılırken, Filistin halkı katledilirken; İran halkının kaderi bölgenin kaderinden bağımsız değildir.
Bölgesel bir örgütlenmenin de bağlarını kurma zamanı gelmiştir.
Ben yazdım, sizde ek yapın .
YORUMLAR