Tarih sayfaları, tarihi yapanların, yaşayanların tarihini değil, egemenlerin tarihinin haklılığı ve tarihe olan etkileriyle doludur. Ki bu gerçek tarihi(bilimsel açıdan) bilenler olarak, bizler ve insanlık tarihi açısından tamamen bir yanılsamadır. Bu çok derin bir mevzu, onun için fazla derine dalmadan yazımızın başlığının altını dolduralım.
Amerika’yı 1492’de ilk keşfettiği söylenen Kristos Kolomb, ne yapmıştır? Neyi keşfetmiştir? Bu kıtada hayat yok muydu da buraya yeni bir hayat bahşetmiştir? Böyle bir şey söz konusu değil. Bu keşfetme olayının özeti şudur; ‘Kendilerine medeni dedikleri ama sömüren, köleleştiren ve katleden bir sistem insanlarının, daha önce görmedikleri, bilmedikleri, ulaşamadıkları kara parçasına ulaşmalarının adıdır’. Oysa orada, ‘İnka ve Maya’ diye bilinen anakara içerisinde neredeyse milyonlarca insan yaşamaktaydı. Ve onların evet, Avrupa gibi medeni! bir yaşamları yoktu. Avrupa’ya göre daha ilkel koşullarda yaşarlarken, kendilerince bir medeniyet de kurmuşlardı. Hem de öyle bir medeniyet ki Avrupalılar onları yağmalayacak, talan edecek ve kıyamdan geçirecek kadar.
Bir avuç İspanyol, bu anakaraya gemilerle çıkartma yaptıklarında, yüzlerle ifade edebileceğimiz sayıdaydılar. Ama İspanyolların, Topları, Tüfekleri, Kılıçları, Kalkanları ve Atları vardı. Şurası çok önemli bir de ‘mikropları’ vardı. Milyonlarca insanın yaşadığı bu medeniyetleri çok kısa zamanda zapt eden, esir alan, katleden Avrupa medeniyetinin! insanları, kendi üstünlüklerini ve düzenlerini kurdular.
Peki, bu üstünlük sadece savaşla mı oldu? Kesinlikle hayır. Avrupalılar, kendi peşlerine aslında Amerika medeniyetinde olmayan, oradaki insanların daha önce karşılaşmadıkları bulaşıcı mikropları da beraberlerinde taşımışlardı. Bu mikroplara bağışıklığı olmayan Amerikan yerlileri neredeyse savaşlardan çok bu salgın hastalıklardan ölmüşler, telef olmuşlardır. Ama tarih bunları yazmaz. Çünkü tarih yazıcıların işine gelmez.
Bir başka şey daha var; Tarihsel evre olarak, Avrupa’da var olan hayvan sayısı ve çeşidi Amerika’da hala yoktur. Çünkü anakara olarak diğer kıtalardan uzaktır ve hayvanların nakil olması, ulaşması çok zordur. İnsanlar, birçok bulaşıcı hastalığı hayvanlardan kaptıkları için, Avrupalılar bunlara alışık(bağışık) ve daha önceden geçirdikleri evreler vardır. Amerikan yerlileriyse, bu bulaş mikroplarına karşı vücut sistemleri hazır olmadığından, kendilerinin de ilk anda anlayamadıkları nedenlerle binlerce insanlarını kaybettiler. Neredeyse, toplu ölümler, kıyamlar yaşandı.
Şimdi günümüzde yaşadığımız, Covit-19 dedikleri mikrobunda, hayvanlardan insanlara geçtiği şeklinde bilim insanlarının söylemi vardır. Ya da bu mikrop, daha önceden tabiatta var olan diğer mikroplar gibi mutasyona uğrayarak şimdiki şeklini almıştır. Bu ikisinden biri henüz kanıtlanmamış olsa da, şu bir kere gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır; bu tür mikrop ve bulaşların ilk çıkışı hayvanlardan insanlara geçmesidir.
Peki, bu nasıl olmaktadır? İnsan denen varlık, bu hep söylenir, bizde tekrar edelim, ‘dünya canlıları içerisinde en hoyratı, en doyumsuzu ve en acımasızıdır. Ne edindiği mülkle ve servetle doyuyor, ne yedikleriyle doyuyor, ne de soyundan insanların haklarını gasp ederek doyuyor. Biriktirme, stoklama, daha iyi ve lüks içerisinde yaşama uğruna hem kendi soydaşlarını hemde doğayı sömürmeye devam ediyorlar.
Biz sürekli söylüyoruz, ama bunu artık doğayı ve insanlığı talan edenler ve sömürenler bile söylemeye başladılar; ‘bugün insanlığın başına gelen tüm melanetler, doğanın düzenini sınır tanımayan tahripkar davranışlar, hoyrat ve talandan kaynaklanmaktadır, insanlığın ve doğanın daha uzun süre bu yükü sırtında taşıması mümkün değil’ diye düşünmekteyiz. Peki, insanlık bunun gereklerini ne kadar yerine getirmektedir? İnsanlık, aslında farkında olarak ya da olmayarak kendi kuyusunu kazmakta, sonunu hazırlamaktadır. Bunun farkında değil.
Bugün yaşadığımız Pandemi, neden değil bir sonuçtur. Asıl olarak insanlık bunun nedenleri üzerinde durmalı ve çözüm üretmelidir. Çözümün ipucu da şu olsun, yaşadığımız dünya sadece bize(insanlığa) ait değil, hayvanlarıyla, bitkileriyle, sularıyla, toprağıyla, yer altında ve üstünde tüm canlılarıyla herkese aittir. Biz insanlar, bizim dışımızdaki hayatlara ne kadar saygı gösterirsek, onlarla birlikte ne kadar barışık yaşarsak ve eşit olursak, doğayı korursak, o kadar daha sağlıklı ve uzun yaşayacağız.
Yazımızı şöyle bitirelim, nasıl ki ‘depremler değil çürük binalar öldürüyor’, insanları öldüren de sadece ‘mikroplar değil, mikropları yaratan nedenlerdir’.
Recep Memişoğlu
YORUMLAR