Türkiye’de siyasal sistem 1946 seçimlerine kadar tek partili siyasal bir sistemdi. Kurucu lider Atatürk, sistemin oturması adına yaşadığı sürede ülkenin değişmez, tek lideriydi. Bu süreçte açılan siyasi partiler yeni sisteme tehlike oluşturdukları gerekçeyle kapatıldılar.
Atatürk’ün ölümünden(1938)sonra Milli Şef İnönü aynı görevi devraldı. 1950 yılına kadar Cumhurbaşkanı/Başbakan olarak sistemi kontrol altında tuttu.
1950 yılında DP.‘nin iktidara gelmesiyle birlikte rejim-sistem tartışmaları başladı. Başta ezanın yeniden eski haline döndürülmesi, dini özgürlük alanlarının genişletilmesi, Osmanlı ve Cumhuriyet tartışmalarının boy göstermesi, Batıdaki gibi farklı düşüncelerin örgütlenmesi vb. gibi şeyler önceki iktidar kadrolarının ve onlara destek verenlerin tepkisine yol açtı.
DP. öncesi iktidarlar kendilerini Cumhuriyetin hamisi/koruyucusu olarak gördükleri için ilerici,devrimci, solcu diye nitelendiriliyordu.
Bu çevreler, DP.’yi de emperyalist, kapitalist ABD’nin yörüngesine girerek, onların desteğiyle CHP’ye, İnönü’ye cephe aldıkları için sağcı diyordu.
Oysa; İnönü, ABD ile çeşitli anlaşmalar yaparak Türkiye’yi ABD’ye bağlayan öncü isimdi. Menderes iktidarı sadece bu bağlantıyı daha güçlü hale getirdi. CHP ve DP ile Türkiye, ABD’nin emperyalist politikalarına eklemlenmiş hale geldi.
Menderes, ABD tuzağını farkettiğinde iş işten çok geçmişti. Neredeyse her kurum ABD’ye bağlanmış, Ordusu NATO üyeliğiyle kontrol altına alınmış bir Türkiye’nin rotasını değiştirmek istediğinde darbeyle karşılaşıp idam edildi..!
İşi bu noktaya gelmek ABD için zor olmamıştı. Darbe için gerekçe hazırdı; sol ve sağ diye nitelendirilen bu iki karşıt siyasal blokun gerilimlerini artırmak ve emrindeki kadroları devreye sokarak “rejimin/cumhuriyetin tehlikeye girdiğini” öne sürmek darbe için gerekçe olarak fazlasıyla yeterliydi..!
Bu gerekçe, sonraki muhtıra ve darbelerin de kalıcı gerekçesi haline geldi. ABD’nin emrindekiler muhtıra ve darbelerde hep bu maskenin arkasına gizlendiler..
Peki ABD, bu gerekçeleri beslemek için motor gücü olarak öncelikle kimlerden yararlanıyordu?
Özetlersek;
-Dışarının uzantısı haline gelen ülkenin ekonomisini elinde tutan iş çevreleri
-Dışarının kontrolünde olan odalar, borsalar ve benzeri çevreler
-kontrol altındaki istihbarat odakları
-Üniversiteler, çeşitli sivil örgütler, basın/medya, yargı çevreleri vs.
Özetle; toplumu harekete geçirebilen güçlerin devreye sokulup, toplu güç olarak tek ses haline getirilmesinin ardından son noktayı NATO etkisindeki askerler vuruyor, askerlerin devreye sokulmasıyla ABD politikalarına direnenler iktidarlardan indiriliyordu. Ardından yüzlerce, binlerce kişi de cezalandırılıyordu.
Bu doğrultuda; Sağcı DP’nin yörüngeden çıkma girişimini cezalandıran ABD,1960’lı yıllardan itibaren gelişen ABD karşıtı solcuların işbaşına gelmemesi için ağırlıklı olarak yine sağ siyasetçilere destek verse bile onların bağımsız politika izleme ihtimali belirdiğinde onlara dipçiği gösterdi. Çeşitli muhtıralarla aykırı çıkışlar yapan hükümetler darbe sinyalleri vererek işbaşından uzaklaştırıldı. Morrison Süleyman diye afişe edilen Demirel’in 6 kez şapkasını alıp iktidardan gitmesi, parti kapatmalar, 28 şubatlar vs. hep işbaşındaki sağ partilere karşı ders niteliğinde yapılan uygulamalardı.
En son 15 Temmuz yapılan darbe girişimi de ABD’nin Erdoğan’ı devirmek için aparatlarını devreye sokmasıyla sahneye konmuştu.
15 Temmuz’a gelinceye kadar CIA aparatı FETÖ sol ve sağın yanı sıra PKK’yı da kontrol altına almış, son darbeyi TSK,Emniyet ve dışarıdaki emir erleriyle birlikte vurmak istemişti. Bazı sol çevrelerin kutsadığı gezi de farklı grupların darbe tabanı oluşturma adına FETÖ/CIA’nın devreye soktuğu bir operasyondu..
İşte geri dönüp, olup bitenlere, darbeye giden yolların kimler tarafından örüldüğüne bakıldığında TÜSİAD dikkate alınması gereken odaklardan biridir.
TÜSİAD, o nedenle sadece marksist ideoloji yanlılarının değil, bağımsızlıktan yana olan çevrelerin her daim yakın markajındadır. Geçmişinden kirli imajı tescilli olan TÜSİAD’ın en iyimser açıklamaların altında dahi bir bit yeniği aranması gayet normaldir.!
İktidarın politikalarına karşı tepki konulması elbet anlaşılabilen bir şeydir. Bunun için, Siyasi çevreler, medya/ basın iktidarın tüm politikalarını objektife alabilir, eleştirebilir, zira bu onların görevidir. Ancak, ülkenin zenginler kulübü olan TÜSİAD’ın iş çevrelerinin sorunlarıyla ilgili değil de adeta siyasi bir parti gibi açıklama yapması, geçmişte yaşananları bilen herkesin dikkatini çeker. Eski hafıza yeniden tazelenir..
TÜSİAD Başkanının kamuya açık şekilde yaptığı konuşma iktidara siyasal perdeden bir ayar vermektir. Konuşmada dile getirilen şeylerin hiçbirisi Türkiye ekonomisine yarar sağlayacak şeyler değildir.
İyi biliniyor ki, Türkiye’nin yabancı sermaye girişine ihtiyacı var ve bu konuda başta ABD ve İngiltere olmak üzere bunun için küresel bir yarış var;
Şimdi siz bir yabancı sermaye sahibi olsanız İş çevrelerinin yani ekonominin öncü gücünün dile getirdiği yapısal sorunların varolduğu öne sürülen bir ülkeye yatırım eder misiniz?
Bakın görseller eşliğinde satır aralarında neler demiş TÜSİAD Başkanı;
“-Eleştirel ifadelere açılan soruşturmalar, gözaltılar sıklaştı
-Ayşe Barım tutuklandı
-İmamoğlu’na soruşturma açıldı
-Disiplinsizlik suçuyla teğmenler hakkında ihraç kararı alındı.
Soma, deprem, yangın taciz, kadın cinayeti, iş kazası, gibi kamuoyunda infial yaratan nice olayda ya suçlular bulunmuyor ya da kısa sürede serbest kalıyorlar.
-Suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, şirket kurmaktan daha kolay hale geldi.
-Kadın cinayetlerinin de, çocuk tacizlerinin de sonu gelmiyor.
-Tüm bu sorunların arkasında, hukuka olan güvenin sarsılması var.
-Daha iyi bir geleceği, hukuka güven olmadan kuramayız vs.vs.”
Şimdi bu ve benzer sözlerin kimler tarafından söylendiğini bilmemiş olsanız, bunlarınbir siyasetçinin açıklaması sanırsınız.!
Bunları bir siyasetçi söylese yabancı sermayeye, yatırımcıya etki etmez. Ancak, ülkenin en öndeki ekonomik örgütünün yetkilileri söylese son derece olumsuz etki eder ve ülke çıkarlarını baltalar. Ayrıca, bu tür açıklamalar siyasetin alanı üzerinden iktidara eleştiri yöneltmek olur.
TÜSİAD, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la her zaman görüşebilen bir önemli ekonomik yapı. Üyeleri arasında Erdoğan’la her an görüşebilenler var. İktidarın genel politikalarıyla ilgili her tür eleştiriyi Erdoğan’a iletebilirler. Demek ki dertleri bu değildi, dertleri kamuoyuna konuşmak, iktidara tepki oluşturmaktı..
Bu açıklamaları iyi niyetle mi, kötü niyetle mi yaptıklarını açıklığa kavuşturacak olan elbet ben değilim. Ancak, TÜSİAD bu açıklamalarının yanlış anlaşıldığını belirtip yeni bir açıklama yapılacağını belirttiğine göre yapılan açıklamanın (en azından) yanlış anlaşılmaya müsait olduğunu kabul etmiş oldu.
Bu süreçte beni en çok şaşırtan şey; CHP’yi sol parti olarak görüp, iktidara CHP diliyle çakmak için TÜSİAD’ı savunur hale gelen (sözde) solcular oldu..
Bunlar salon solcularını dahi çoktan sollamışlar..!
YORUMLAR