Okumuşoğlu, “Zeytinlikleri, Ormanları, Dağları, Dereleri, Meraları, Kuşları değil, Rant İçin Yaşam Alanlarını istiyorlar”
Haber: Gençağa Karafazlı
‘3 Haziran 2025 tarihinde, aralarında maden şirketi sahiplerinin de bulunduğu 115 AKP’li milletvekilinin imzasıyla “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” başlıklı, 22 maddelik bir torba yasa teklifi TBMM’ye sunulmuştu.
19 Haziran 2025 sabah saatlerinde TBMM Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu’nda yasa teklifi görüşülmeye başlanmıştır. Ülkenin dört bir yanından hukukçular, uzmanlar, çiftçiler komisyona görüş bildirmek için isimlerini önceden iletmiş ve resmi başvurularını yapmışlardır. Ancak toplantıya yalnızca komisyon üyeleri, milletvekilleri ve şirket temsilcileri alınmış; hukukçular, çiftçiler ve çevreciler dışarıda bırakılmıştır.
Komisyona görüş sunmak üzere gelen Türkiye Barolar Birliği Çevre Grubu üyesi, Kdz. Ereğli Belediye Meclis Üyesi, Kdz. Ereğli Çevre Platformu (KERÇEP) kurucu koordinatörlerinden ve çevre mücadelesinin önemli isimlerinden sevgili Yakup Okumuşoğlu, Meclis’e alınmamış; üstelik fiziki müdahaleye uğrayarak yere düşürülmüş ve sürüklenmişti. Bu hain saldırı olayı tüm yurtta büyük tepkilere neden olmuştu.
Bu hain saldırılara rağmen mücadelesinden vaz geçmeyen AV. Yakup Okumuşoğlu o gün yaşananlar ve TBMM getirilen o teklifin aslında ne anlama geldiğini sosyal medya hesabından okurlarıyla paylaştı.
İşte Okumuşoğlu’nun o paylaşımı:
19 Haziran’da, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bir torba yasa teklifi getirildi.
Yangından mal kaçırır gibi…
Birdenbire düştü gündemimize.
Ne bir kamuoyu tartışması vardı ne bildiğimiz bir hazırlık süreci.
Bu yüzden biz de hızlıca karar verdik.
Türkiye Barolar Birliği’nin görev yazısı ile Meclis’e gittik.
Çünkü biliyorduk…
2013’te gündeme gelen adı güzel ama içi bunun gibi olan Biyolojik Çeşitliliğin Korunması Yasa Tasarısı’ndan,
İklim Kanunu Taslağı’na kadar… Maden Kanunu’nda defalarca yapılan değişikliklerden, ÇED yönetmeliğinde yapılan sayısız değişikliklerden hep biliyorduk.
Uzun zamandır hep akıllarındaydı.
Öteden beri, doğayı “engel” olarak görüyorlardı.
Çünkü;
Zeytinlikler…
Alttaki kömüre engeldi.
Ormanlar…
Buldozerin, testerenin, ruhsatın önünde duruyordu.
Mera alanları…
Betona direniyordu.
Milli Parklar, Sit Alanları…
Koruma altında oldukları için şirketler giremiyordu.
Dağlar…
İçindeki cevheri değil, üzerindeki yaşamı koruyordu.
Dereler…
Bazıları hâlâ bend vurulmamıştı, özgürce akıyordu.
Sulak alanlar, göller…
Kuruyup yok olmamış olanlar hâlâ bir canlıya su veriyordu.
Kısacası, yaşamın kendisi uzun zamandır “engel”di.
Çünkü onlara göre:
Toprak, vatan değil; imara açılacak bir parsel,
Orman, korunacak bir ekosistem değil; kesilecek bir “hammadde”,
Dere, özgür akacak bir can damarı değil; beton kanallara hapsedilecek bir projeydi.
Doğal yaşam…
Savunulacak bir hak değil, rantın önünde durduğu için ortadan kaldırılması gereken bir fazlalık,
doğa alanları ise bir miras değil; ruhsatlandırılacak bir kazanç kalemiydi.
Adımız Meclis’e bildirilmişti, kabulümüz yapılmıştı.
Ama bırakın komisyon salonunu, koridoruna bile ulaşmamıza izin vermek istemediler.
Her kapıda derdimizi anlatmaya çalıştıkça, yüzler asıldı, sesler sertleşti. Komisyon kapısına nihayet geldiğimizde ise;
Dedik ki:
İçeride şirket temsilcileri var.
Madencilik lobileri, madenin vekilleri, termik santral çalışanları,
holding avukatları, üniversitelerde konumlanmış şirket akademisyenleri, imtiyaz sahipleri var.
Ama içeride;
Köyünü terk etmek zorunda kalmış köylü yok.
Orman yok. Zeytin ağacı yok.
Toprak yok. Dağ yok. Rüzgâr yok.
Su yok. Nehir yok. Göl yok.
Ne kurdun izi var ne kuşun kanadı…
Ne çocukların geleceği var içeride ne de halkın sesi.
Yine dedik ki:
İçeride bilgi yok.
İçeride hakikat yok.
İçeride hukuk yok.
İçeride sadece rant var.
Beton var. Kömür var.
Kimya kokusu var.
Toz, duman ve yıkım iştahı var.
İşte vaziyet böyleydi.
Bizler konuştukça, onlar bir araya geldiler.
İtiraz ettikçe, kol kola girdiler.
Söz kurdukça, çemberi daralttılar.
Konuşmaya devam ettikçe, baskıyı artırdılar.
Ve en sonunda, sözümüzü de, nefesimizi de kesmeye kalktılar.
Sonrası bildiğiniz gibi…
Hak ve hukuk için gittik, bir gurup avukat, çevre gönüllüsü insanlar olarak bizi ittire ittire koridor dışına attılar.
Düşününce…
Eskiden feodal beyler vardı.
Şimdi CEO’lar var.
Eskiden krallar imtiyaz verirdi.
Şimdi şirketler, kendi ayrıcalıklarını kendileri yazıyor.
Peki, ne yazıyorlar yasalarına?
Ne istiyorlar yaşamdan?
Diyelim…
Evet, zeytinlikleri istiyorlar.
Altındaki kömür için, üstündeki hayatı gözden çıkarmışlar.
Evet, ormanları istiyorlar.
Kayıtsız, şartsız; tahsissiz, izinsiz.
Sadece kesmek için, sadece kazmak için.
Evet, dağları istiyorlar.
Kazmalarıyla, dinamitleriyle, sondaj makineleriyle…
Tepesinden eteğine kadar soymak için.
Dereleri istiyorlar.
Kalanları da özgür akmasın diye;
betonla boğmak, borulara hapsedip elektrik üretmek için.
Meraları istiyorlar.
Hayvan girmesin, çimen bitmesin,
trilyonluk projelere zemin olsun diye.
Gölleri, sulak alanları istiyorlar.
Kuşlar değil, vinç kuleleri yükselsin diye.
Sit alanlarını, milli parkları istiyorlar.
Koruma kalkanı kırılıp talana açılsın diye.
Ve hatta…
Kamuda hâlâ bir yerlerde kalmışsa o son korumacı refleks —
Onu da susturmak istiyorlar.
Üç ay sessiz kalan kurumları “izin verdi” sayıyorlar.
Yani yetkiyi istiyorlar.
Denetimi istiyorlar.
Koruma hukuku adına ne varsa, etkisiz kılmak istiyorlar.
Ve evet…
Süren davaları düşürmek,
Alınmış kararları boşa çıkarmak,
Halkın açtığı davaları tarihe gömmek istiyorlar.
Çünkü doğayı değil, bilançolarını korumak istiyorlar.
Çünkü bu yasa, yaşamı değil; yıkımı yönetmek için yazıldı.
Neticede teklif komisyondan geçti.
Hem de 24 saatlik, kesintisiz bir oturumda.
Öğle saatinde başlayıp, ertesi gün öğle saatinde bitti.
Dinlemeden, duymadan, değiştirmeden…
Olduğu gibi geçirdiler.
Ne bir virgül eksildi,
Ne de bir itiraz yer buldu.
Şimdi deniyor ki, bu teklif Salı günü Meclis Genel Kurulu’na gelecek.
Dostlar,
Bu torba teklif;
Doğanın mı yoksa rantın mı tercih edileceğinin,
Yaşamın mı korunacağı, yoksa göz göre göre feda mı edileceğinin,
Kamu yararının mı, yoksa şirket çıkarlarının mı esas alınacağının,
Ve geleceğe nasıl bir ülke bırakacağımızın oylaması olacak.
Ve evet…
Bu bir tercih anı olacak:
Anayasanın mı işleyeceği, yoksa keyfiyetin mi hüküm süreceği bir eşik.
Bu yüzden bir kez daha söylüyoruz:
Doğayı savunmak, hukuku,
Hukuku savunmak, insanı,
İnsanı savunmak, geleceği savunmaktır.
Tüm bu sebeplerle;
O yasa teklifi ne zaman Meclis’e gelirse,
Biz yine orada olacağız.