LİPTON HİKAYESİNİN SONU VEYA YENİ YOLCULUĞU
Lipton, Anglo-Hollanda merkezli dünya devi Ünilever’in küresel bir markası olarak günümüzde 110’dan fazla ülkede tüketicilere ulaşıyor.
Kökleri 1890’da İskoçya’nın Glasgow şehrine dayanan, yani İngiliz kökenli,
Kurucusu Sir Thomas Lipton olan marka, çay pazarında kaliteli çayı geniş kitlelere ulaştırma hedefiyle yola çıktı ve kısa sürede dünyanın en çok bilinen çay markalarından biri haline geldi.
Lipton, 2021’de Unilever’den ayrılarak kurulan CVC Capital Partners tarafından 2022 Temmuz’unda 4,5 milyar Euro’ya satın alındı.
Unilever, satışa rağmen belirli pazarlarda (Hindistan, Nepal, Endonezya, Sri Lanka’da sıcak çay ve küresel hazır içecekler için) Lipton markasını kullanma hakkını korumakta. Şirket, PG Tips, TAZO gibi markaları da bünyesinde barındıran dünyanın en büyük çay şirketi durumunda.
Türkiye pazarına girişlerinin tarihi 40 yıla uzanıyor.
Rize’nin Pazar ilçesinde 1986 yılında açtıkları Çay Fabrikası’yla Türkiye çay pazarına giren Lipton, 1994 yılında Artvin/Arhavi’de ikinci fabrikasını, 2004 yılında da Rize/Fındıklı’da üçüncü fabrikasını açtı. Çay sektöründe 20 milyon Euro’dan fazla yatırım yaptı.
2019 yılında, Arhavi’de kurulu bulunan fabrikasında üretime bir yıl ara verdi ve bu fabrikasını 2020 yılında (Necmettin Gür, Haşim Öztürk ve Talip Öztürk tarafından kurulmuş olan) Öz-Gür çay firmasına sattı. Öz-Gür çay şimdi de Lipton’un diğer fabrikalarını satın aldı. Böylece Lipton Çay Fabrikası sahipliklerinden tümüyle soyutlandı.
LİPTON SEKTÖRE HANGİ NİYETLE GİRDİ, SEKTÖRE NE KAZANDIRDI
Türkiye, dünya çay tüketiminde lider konumda. Kişi başına yıllık 3,5 kg çay tüketimiyle (dünya ortalamasının üç katı), Türkiye’nin bir “çay tüketim cenneti” olması Lipton’a cazip geldi. Türkiye pazarına girmeye karar verdi.
1986 yılında Türkiye çay sektörüne adım attığında, birçok gözlemci bunu stratejik bir hamle olarak yorumladı.
Arkaplan iddialarına göre; Lipton’u asıl motive eden şey devlet kontrollü ÇAYKUR’un özelleştirileceği beklentisiydi. Bu özelleştirme gerçekleşirse, Lipton pazara hakim olup fiyat politikalarını dikte edebilecekti.
Türkiye ekonomisi o dönemde liberalleşme sürecindeydi; Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın (ÖİB) kurulmasıyla devlet işletmelerinin tümünün satışı gündemdeydi. 1980’lerin ekonomik reformları, ÇAYKUR’un da özelleştirilebileceği spekülasyonlarını doğurdu. Lipton, Unilever’in küresel stratejisi doğrultusunda, bu fırsatı değerlendirmek istedi. Özelleştirme olursa, Lipton ÇAYKUR’u satın alıp pazardaki hakimiyetini pekiştirebilirdi. Türkiye’nin çay pazarı, o dönemde yıllık 150-200 bin ton kuru çay tüketimiyle devasa bir potansiyel sunuyordu. Lipton, bu pazarı ele geçirerek fiyatları belirleme gücüne sahip olmayı hedefliyordu.
1990’larda ve 2000’lerde ÇAYKUR’un özelleştirilmesi defalarca gündeme geldi. Örneğin, 2013’te Eurasianet’in bir raporunda, ÇAYKUR’un özelleştirilebileceği ve Lipton’un Rize’deki varlığını genişlettiği belirtiliyordu. Lipton’un hedefinin ÇAYKUR’u satın alıp, düşük maliyetli üretimle pazarı ele geçirmek, sonra fiyatları yükseltmek olduğu öne sürüldü.
2013’te özelleştirme spekülasyonları artsa da, Ak Parti, “yerli ve milli” politikalarla ÇAYKUR’u korudu. ÇAYKUR, stratejik bir varlık olarak kaldı. Bu durum (iddialara göre) Lipton’un planlarını bozdu. Özelleştirme olsaydı, Lipton belki ÇAYKUR tesislerini alabilirdi. Bu süreçte Lipton’un satış için iktidarlarla zaman zaman bir araya geldiği iddia edildi. Ancak, bu yönde bir gelişme olmadı.
Lipton, fabrika projesini sadece Türkiye pazarını hesap üzerine veya ÇAYKUR’un özelleştirilmesi üzerine kurmadı. Ayrıca, küresel çay portföyünü çeşitlendirmek ve yüksek kaliteli Karadeniz çayını dünya pazarlarına sunmak için de Türkiye’yi stratejik bir üs olarak gördü. Avrupa, Orta Doğu ve diğer bölgelere çay ihracatı için Rize’yi bir üretim merkezi olarak da değerlendirmek istiyor, Lipton markasıyla Türk çayının kendine özgü lezzetini (hafif acılık ve aroma) küresel ürünlerine entegre ederek pazar büyütmeyi hesap ediyordu. Bu konuda kısmen başarılı oldu. Türk çayını Avrupa, Orta Doğu ve diğer pazarlara taşıyarak Türkiye’nin çay ihracatını artırdı.
Lipton’un profesyonel yönetim anlayışı, pazarlama stratejileri ve küresel standartları, Türkiye çay sektörünün kurumsallaşmasına da yardımcı oldu. Büyük yerel firmalar, Lipton’un uygulamalarından ilham alarak kurumsallaşma yoluna girdiler.
Bir başka gerçek ise; kurulduğu günden beri sektörün olumsuz şartlarına direnen bir kuruluş olan Lipton, faaliyet süresince üreticilerin ve çalışanlarının memnuniyet duyduğu özel çay işletmelerinin başlarında gelen kuruluş oldu. Sektörde, sendikalı işçiler çalıştıran bir kuruluş hüviyetindeki Lipton bir çok yönde de öncü kuruluşlardan biriydi.
Ancak, sektördeki çabaları fabrikalarını işletmeye yetmedi.
Lipton’un macerası, küresel firmaların yerel pazarlardaki zorluklarını özetliyor. Devletin varlığı ve yüksek müdahalesi benzer özel sektörlerin ayakta kalabilmesini zorlaştırıyor.
Çay fabrikası işletmeciliğine benzer umutlarla giren Akfa ve Karçay’dan sonra Lipton’un da işletmecilikten vazgeçmesi gösteriyor ki sektörel dengeler kurulamadığı sürece çay sektörü çok daha fırtınalar yaşayacak..
LİPTON’UN YENİ MACERASI
Lipton, çay fabrikalarını Öz-Gür çaya devretmiş olsa da pazardan çekilmiş değil.
Sektörün kırılganlığını gören ve bu kez manevrayı paketleme yönüne kaydıran Lipton, Sakarya’nın Arifiye ilçesi, D100 Karayolu üzerinde, 24 dönümlük bir arazi üzerine çay paketleme fabrikası kurdu.
Yaklaşık 15 bin metrekarelik kapalı alana sahip tesis, çay harmanlama, paketleme ve inovasyon süreçlerini yürütüyor. 2024 Haziran’ında üretime başlayan tesis yaklaşık 150 kiye istihdam sağlıyor ve 25.000 ton çay paketleme kapasitesiyle Lipton’un dünyadaki en büyük ikinci tesisi konumunda.
Fabrika işletmeciliğinin yükünü üzerinden atan Lipton, belli ki bundan sonra gözünü sektördeki kuru çay piyasasına çevirecek. Uygun fiyatlarla kuru çay satın alıp tüketim pazarındaki payını büyütecek. Açıkçası daha az zahmetli, daha kolay şekilde para kazanmanın yollarını arayacak..!
YORUMLAR