Bir kadın işçinin üç parmağı iş kazasında koptu. Olay mahkemeye intikal etti. Patron işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda eğitim verdiğine dair, onun haberi olmadan bir belge imzalatmıştı. Oysa böyle bir eğitim yoktu. Amaç tazminat vermemekti. Hukuk mücadelesinden vazgeçmeye asla niyeti yok. Kadın örgütlerini 19 Şubat’ta Rize Pazar Adliyesi’nde görülecek davaya çağırıyor.
Rize Pazar Adliyesi’nde bir kadın işçi kesik parmaklarıyla duruşma salonundaydı. Tarih 8 Ocak 2025’ü gösteriyordu. Mahkemede Anna Albayrak’ın üretim bantında kesilen parmaklarına dair belgeler, tanıklıklar gündeme gelmişti. Tazminat ödenmesi talebiyle açılan dava sayesinde bu özel çay fabrikasında yaşananları öğrenmek mümkün olmuştu. Makinelerin güvensiz kullanımından kaynaklanan sakatlanma sadece Anna’nın değil onlarca işçinin yaşadığı mağduriyetti. Bu vaka bir dönüm noktasıydı. Çünkü bu Rize’de ilk kez bir çay işçisi, kopan parmakları için işverene dava açıyordu.
Yaşadıkları hak ihlallerini gizliyorlardı
Ne üretim koşulları ne de iş güvenliği ile ilgili bu fabrikada asla kapsamlı bir inceleme veya denetleme yapılmamıştı şimdiye dek. Nedenleri tam olarak bilinmiyordu. Ya yetkililerin bu sektörde neler olduğu hakkında hiçbir bilgisi yoktu ya da oradaki işçiler yaşadıkları hak ihlallerini gizliyorlardı. Çay işçilerinin parmaklardaki şekil bozuklukları, kimi zaman parmakların kırılması, bazen kesilmesi, kopması ciddi bir mağduriyetti. Diğer yandan söz konusu fabrika sahibinin iktidar partisine yakın olduğunu vurgulaması da işçiler için cesaret kırıcı bir durumdu. İşçi Anna şu fikre sahipti; “Çalışanlar arasında ‘Açsam ne olacak’ düşüncesinin taşıyan çok işçi vardı. Kendilerinin sesinin duyulmayacağı ve mahkemelerde olumlu kararlar alınmayacağı inancını taşıyorlardı”. Anna, bu davanın sektördeki diğer mağdurları adalet aramaya teşvik edeceğini umduğunu ifade ediyordu.
Gece vardiyasındaki kaza
Rize Fındıklı’da 20 yıldır faaliyet gösteren işyerinin çalışanı olan Anna, yaşadıklarını anlatınca, tanık olduk. Binlerce insanın tiryakisi olduğu “kara çay”ın üretimiyle ilgili bilgimizin ne kadar sınırlı olduğunu gördük. Anna, gece vardiyasında tek başına çay işleme bantını çalıştırdı. 57 yaşındaki işçi, o akşam bu makinede ölümcül sonuçlara yol açabilecek bir kaza geçirdi. Elini dönen silindir kaptı, Parmakları koptu. Kanlar içerisinde üç hastane arasında dolaştırıldı. Güvenlik kurallarının hiçe sayıldığı ve işçi sağlığının göz ardı edildiği bu fabrikada Anna’nın başına gelenler ibretlikti.
‘Korkunç bir acı hissettim’
Hepsi için söz konusu değil elbette ama Rize’de faaliyet gösteren birçok çay fabrikası işçisi bu riski yaşıyor. Üretimdeki yaralanmaları engelleyecek veya hafifletebilecek bir ortam sağlanmamıştı çay emekçisine. Kaza anını anlatıyor Gürcistanlı Anna Albayrak; “Geçen yıldı. Temmuz ayının ay 13’ünde vardiyadaydım, geceydi. Tek çalışıyordum. Makinalarda bozulmalar oldu. Vardiya amiri ve elektrikçi de işteydi. Dönen kazandan ses kesildi. Tamirciye haber verdim, arızalı yere baktı, tıkalı yeri açtı. Sonra çay saatim geldi. Makinayı yavaşlatmak istedim ama daha hızlı döndürdüler. Benim yasal iznim ve makinanın yavaşlatılması şart ama amir yavaşlatmadı, içemedim çayı. 15 dakika dinlenmiş oluyoruz tabii o sayede. Ondan da mahrum kaldım. Öğütülen çay yapraklarından kalan lifler birikiyor bant içinde. Onları da temizlemek zorundayız. O lifleri almak istediğim için makinayı durdurdum. Ama elim silindirdeyken makina aniden çalışmaya başladı. Oraya sıkışan parmaklarım koptu. Korkunç bir acı hissettim”.
‘Güvenlik tertibatı yok’
Anna, yılda sadece altı ay çalışıyordu bu fabrikada. Çünkü işveren “mevsimlik işçi” olarak göstermeyi tercih ediyordu. Dolayısıyla bu işçiler birçok sosyal haktan mahrum bırakılıyordu. Diğer altı ay ise evlere temizliğe gidiyor, ya da bir işyerinde bulaşık, çay gibi başka gündelik işlere koşturuyordu. Yalnızca “eğitimli işçilerin” makineleri kullanması gerektiğini söylüyordu işçi ve ekliyordu; “Bu çok önemli. Bir güvenlik tertibatı şart. Zaten bunu yasa söylüyor ama uygulamıyorlar. Ben çok tanık oldum kazalara. Birçok işçi yaralanıyor. Ben yokken de olmuş bu kazalar. Fabrikada parmağı kopuk dolaşan işçi arkadaşlar var çünkü. Bakıyorsun bir sürü yaralı ya da kopuk parmak”.
‘Ödeyeceğiz diyerek oyaladılar’
Parmaklarını kaybedince kendisinden önceki birçok işçi gibi, patrondan “yardım edeceğiz” vaadini aldı. Uzunca bir süre polise şikayette bulunmamayı seçti. Anna şaşırtıcı bir şey anlatıyor: “Parmaklarım kesildiğinde fabrika yönetimi bana polise bu vakayı bildirmememi söyledi. ‘Sana tazminat ödeyeceğiz’ dediler”. Özellikle bu tür fabrikalardaki işçilerin başına gelen kazalar hakkında resmi veriler vardı. Ne var ki, çoğunun hikayesi o verilere yansımıyordu. Devam ediyor sözlerine; “Hayli bekledim ama bana bir ödeme yapılmadı. Kopuk parmaklarımla hayatımın mahvolduğunu düşündüm. Haklarım ve tazminatım için savaşmaya karar verdim”.
Balık temizledi, sokakları süpürdü
Anna, aile sorumlulukları ve maddi sorunlar nedeniyle 27 yıl önce iş aramak için Gürcistan’dan Türkiye’ye geldi. İlk eşinden olan iki kızı vardı. Birçok farklı işte çalıştı. Ama düzenli iş bulamayınca “bavul ticareti”ne başladı. Memleketinden iç çamaşırı getiriyordu. Bavulu ile belli yerlerde dolaşarak satış yapıyordu. Bu sırada Bayburtlu bir adamı sevdi ve evlendiler. Bu birliktelikten bir erkek çocuğu dünyaya geldi. Kocası inşaat işçisiydi. Evleri kiraydı, geçinemiyorlardı. Ama çocuk baktığı için de bavul ticaretini bırakmıştı. Fındıklı’da deniz ürünleri sektörlerindeki işler çıktı karşısına. Bu fabrikalarda balıkları temizledi. Belediyenin taşeronu olarak çalışan şirketlere başvurup temizlik işçisi olmak istediğini söyledi. Sokakları süpürerek geçimini sağladı bir süre.
‘Elim sanki felçli gibi’
Ve en sonunda bu fabrika işi çıktı karşısına üç yıl önce. Çay emekçisi olarak sigortalı bir iş bulmaktan dolayı kendini artık iyi hissediyordu. Ama bu feci vaka yaşandı. Olumlu konuşmaların ve vaatlerin etkisi altındaydı işçi. Ama hep kuşkudaydı. Çünkü patron ona kağıt üzerinde olmayan birçok sözler sarf ediyordu. Ayrıca işe tekrar devam edeceği söylendi. Diyor ki; “Artık yaşamımda her şey kasvetliydi. Üç parmağım yok oldu. Bu elimle ağır şeyleri kaldıramıyorum. Hatta birçok hareketi yapamıyorum. Çünkü kan dolaşımı yok o elimde. Sanki felçli gibi, hareket ettiremiyorum”.
‘Makineler eskiydi hep arızalanıyordu’
Tekrar geriye, işe girdiği zamanlara dönüyor Anna; “Üç sene öncesiydi. Bu işe başladım. Bunlar yeni işçilerden boş kağıda imzalar topluyorlardı. İş bulmuşum, umutluyum, imzalamasam işe başlatmayacaklar. Üstte bazı yazılar var. En altında da ‘herşeyi kabul ediyorum’ şeklinde bir ifade yer alıyordu. Aceleyle imzalamamızı istiyorlardı. Ve denileni yaptık, imzayı attık. Mahkemede, ‘Biz bu işyerinde işçilere makinaları kullanma hakkında eğitim sağladık’ şeklinde bir beyanatı vermişlerdi. Demek ki bize imzalattıkları o kağıtları kullanmışlardı.” Kandırılmıştı Anna. Peki çalışma şartları nasıldı? Anlatıyor; “Biz üç vardiya çalışıyoruz.. Sabah 8-16. Öğleden sonra gece yarısına kadar 14-24. Sabaha karşı da, saat 24’ten sabah 8’e kadar üretimdeyiz. Hiç bir şekilde haftalık iznimiz yok. Evde bir gün dahi tatil yapamıyoruz. İki kişinin yapması gereken işler veriyorlardı. Makinalar hayli eskiydi, sıkça arızalanıyordu. Kimi zaman kayış bozuluyordu ve yenileniyordu. Bazen kırık bir vida değiştiriliyordu” .
‘Biz bu davayı kazanacağız’
Mücadelesini bırakmadı. Patrondan yılda altı aylık değil tüm yıl boyunca çalışacağı sürekli iş istedi. Bu süreci bizimle paylaşıyor; “8 saat tam zamanlı çalışmayı talep ettim. ‘Parmaklarım temizlik yapmamı engellemez. Tek elimle her yeri silerim. Ya da mutfağa alın beni. Bulaşık yıkarım, çay servisini yaparım’ dedim. Ama beni hep oyaladılar. Yine pes etmedim. ‘Maden işe almıyorsunuz 1 milyar TL tazminat verin’ dedim. Bana teklifleri 1 aylık son maaşımdı. Ve 300 bin TL dolayında tazminat vereceklerini söylediler. En komiği bunu 8 sene içinde eşit taksitte ödeyeceklerdi!”. Bu teklife o kadar öfkelelendi ki Anna. 12 Ağustos 2024’te doğruca Fındıklı Karakolu’na gitti. “Bakın bu işyerinde bu hale geldim. Parmaklarım koptu. Önlem almadılar, davacıyım işverenden” dedi. Karakolda işlemler yapıldı. Şikayet, resmi belge olarak elindeydi artık. Sonra davasını üstlenecek avukat aradı… Kapısını çaldığı bir hukukçu davayı açtı, gereken hukuksal adımları gerçekleştirdi. Hukukçu bu vakanın en yüzünü güldüren kısmı oldu. Adli yardımdan faydalanmasını sağladı ve hiçbir ücret ödemeden davası açıldı. Eğer tazminatını verselerdi ve temizlikçi olarak fabrikaya geri alsalardı davacı olmayacaktı. Diyor ki; “Davama bakan Avukat, ‘Biz bu davayı kazanacağız. İşçinin de hakları var, merak etmeyin’ dedi. Yüzüm biraz olsun güldü. Zaten içimdeki o umutla yaşıyordum”.
Eğitim aldığına dair yalan beyan!
Altı ay bekledi Anna adliye sürecini. Nihayet geçtiğimiz günlerde, 8 Ocak’ta ilk duruşma gerçekleşti… İşçi kadın suçlanıyordu! İşyerinin avukatı hakime bir belge uzattı ve şöyle dedi. “İşçiye bu işyerinde makinaların nasıl kullanılacağı hakkında eğitim verilmiştir. Buna rağmen işçi hata yapmıştır. Buyurun bu da o eğitimin belgesi”. Oysa Anna böyle bir eğitim almamıştı. O belge sahteydi. İşçi kadın karşı tarafın avukatına bağırdı salonda; “Sizde hiç mi Allah korkusu yok. Şu elimi görmüyor musunuz?”. Bu arada çirkin bir durumu daha öğrendi. Kaza geçirdiği gece işyerindeki bütün kamera kayıtlarını sildirmişti patron.
Rizeli kadınları dayanışmaya çağırıyor
Geceleri kabus görüyordu. Her gece o parmaklarının koptuğu ana dair görüntüler zihninde dolaşıyordu. Psikolojik sorunlar yaşıyordu o günden bu yana. Ama yine de dirençli olduğu şu sözlerine yansıyordu. “Hiç kolay değil bu yaşadığım. Her gün saat gece 23’e kadar uyuyabildiysem ne mutlu. O saat geçince asla gözüme uyku girmiyor. Hep makineden elimi çektiğim o an geliyor aklıma, çok kötü oluyorum. Ama bütün bu yaşadıklarıma karşılık ben hiç bir zaman yıkılmayan, umudunu kaybetmeyen bir kadın olmak ve gücümü yitirmemek istiyorum. Günümü kitap okuyarak, haberleri izleyerek geçiriyorum. Yemek ve ev işleri konusunda kızlarım sağ olsunlar yardım ediyorlar. İkisi de evli, Biri bana yakın oturuyor. Gelip yemekleri o yapıyor. Diğer kızım da aynı. Eşim de destek oluyor”.
Bir tutkunu olarak çayın bu kadar riskli bir işten geldiğini öğrenmek tabii ki düşündürüyor. Evet, aslında bu olay bir kaza değil, kasıtlı bir cinayet teşebbüsü adeta. İş kazaları vardır, bunlar istenmeyen teknik hatalar ve daha birçok nedenden dolayı meydana gelebilir. Ama bu öyle değil. Anna’nın da dediği gibi burası adeta esir kampı. İkinci duruşma 19 Şubat günü görülecek. Rize Pazar Asliye Hukuk Mahkemesi’nde duyarlılık taşıyan, kadın haklarından yana olan Rizeli kadınları bekliyor Anna. Çünkü iş arkadaşlarının bile korkudan şahitlik yapmadığı (yapamadığı) bir gerçeklikle karşı karşıya. Anna’nın dayanışmaya o kadar ihtiyacı var ki..