Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Hükümet güdümlü sendikalar (GONGO’lar) kamu emekçileri toplu sözleşmesinde hükümetin dayatmasına boyun eğmeyi tercih etti.

Hükümet güdümlü sendikalar (GONGO’lar) kamu emekçileri toplu sözleşmesinde hükümetin dayatmasına

Hükümet güdümlü sendikalar (GONGO’lar) kamu emekçileri toplu sözleşmesinde hükümetin dayatmasına boyun eğmeyi tercih etti. Hakem Kurulunu boykot etmek ve mücadeleyi sürdürmek yerine, kurulun toplanmasını ve hükümetin dediğinin olmasını sağladılar.

Aziz Çelik…

6,5 milyon kamu emekçisi (memur) ve memur emeklisini kapsayan toplu sözleşmede hükümet ile sendikalar arasında anlaşma sağlanamadı. Hükümetin ilk teklifi, 2026 yılı için 6 aylık dilimler halinde yüzde 10 ve yüzde 6 oldu. 2027 teklifi ise yüzde 4 + yüzde 4 şeklindeydi. Masada yetkili sendika olarak bulunan Memur-Sen, taban aylığa 10 bin TL zam dâhil olmak üzere 2026 yılı için yüzde 88, 2027 yılı için ise yüzde 46 oranında zam talep etmişti.

Anlaşmazlık sonrası eylemler gündeme geldi. 18 Ağustos 2025’te bir günlük iş bırakma eylemi yapıldı ve eş zamanlı olarak başta Ankara olmak üzere çeşitli eylemler düzenlendi. Ancak gerek iş bırakma kararı gerekse eylemler ortaklaşa yapılamadı. Dağınık ve zayıf katılımlı eylemler gerçekleşti. Bir yandan yaz tatili, diğer yandan Memur-Sen’in ortak eylemden kaçınması nedeniyle iş bırakma ve diğer eylemler ciddi bir etki yaratmadı. Tarihi bir fırsat kaçırılmış oldu.

Memur-Sen, Ankara’da Türkiye’nin dört bir yanından katılım sağlayarak bir yürüyüş ve miting düzenledi, ancak bu eylem de Memur-Sen’in üye sayısı dikkate alındığında çok etkili değildi.

HÜKÜMETİN DAYATMASI

18 Ağustos eylemlerinin dağınıklığı ve sınırlılığı Hükümetin tutumuna da yansıdı. Eylem sonrasında ilk teklifte komik artışlar yaptılar. Hükümet taban aylığa 1000 TL zam teklif ederken, 2026 yılı için tekliflerini birer puan artırarak yüzde 11 ve yüzde 7 yaptı. 2027 için yeni bir artış teklif etmedi. Hükümetin 2026 yılı için önerdiği zam oranı birikimli olarak yüzde 18,8’de, 2027 için yüzde 8,2’de kaldı.

Hükümetin mesajı netti: “Sizi ciddiye almıyoruz. Kemer sıkma politikasına devam edeceğiz.” Hükümetin bu mesajı karşısında kamu görevlileri sendikalarının ortak ve güçlü bir tutum takınması beklenirken, Memur-Sen ve Kamu-Sen yalpalamaya başladı.

Memur-Sen, konuyu kamu işçisi ve kamu görevlisi tartışmasına indirgemeyi tercih etti. Memur-Sen Başkanı, tehlikeli ve kışkırtıcı bir üslupla kamu işçilerinin ücretlerini hedef gösterdi. Kamu işçilerine karşı küçümseyici bir üslup kullandı. Bu tutum, kamuda işçi-memur gerginliğini artırmaktan başka bir işe yaramadı.

Memur-Sen, Hükümetin ekonomi politikasına karşı tek laf etmedi. Muhataplarının hükümet olduğunu unuttu ve devamlı olarak soyut ve belirsiz bir “kamu işvereni” ifadesi kullanmayı tercih etti. Bu, teknik ve rastgele bir tercih değildi. Memur-Sen, hamisi olan Hükümeti eleştirmek istemedi. Bu nedenle kendilerine önerilen zam oranının siyasi bir tutum olduğunu anlamak istemedi. Memur-Sen, alttan alarak bu sorunu çözebileceğini sandı. Bu, ciddi bir sendikal miyopluktu.

HEBA EDİLEN BOYKOT

Görüşmelerde anlaşma sağlanamaması ve eylemlerin de etkili olamaması nedeniyle gündeme Kamu Görevlileri Hakem Kurulu (KGHK) geldi. KGHK, Anayasa ve 4688 sayılı Yasa ile grevin önünün tıkanması nedeniyle oluşturulan bir zorunlu tahkim (hakem) kuruludur.

Hakem Kurulu 11 üyeden oluşuyor. 6 üyesini doğrudan, 1 üyesini ise dolaylı olarak Cumhurbaşkanı atıyor. 4 üye ise masadaki üç konfederasyondan geliyor. Kurulda Memur-Sen iki, Kamu-Sen bir, Birleşik Kamu-İş ise bir üyeyle temsil ediliyor. Dolayısıyla Kurulda hükümetin açık ara bir üstünlüğü var. Şimdiye kadarki Hakem Kurulu kararlarına bakıldığında da hükümetin çizdiği sınırların dışına çıkılmadığı net şekilde görülüyor.

Hakem Kurulu, adrese teslim bir mekanizma olarak hazırlanmasına rağmen çeşitli boşluklar içeriyor. Hakem Kuruluna başvurmamak ve katılmamak mümkündü. Bu yolla süreci tıkamak, uzatmak ve konuyu siyasetin ve TBMM’nin gündemine taşımak olasıydı.

Kamuoyundan gelen yoğun baskılar nedeniyle Memur-Sen Hakem Kurulu’na başvurmadı. Ancak bu tek başına etkili bir yol değildi. Kamu işvereni (hükümet) başvurabilirdi. Memur-Sen kurula başvurmadı ama Hükümet başvurdu. Hakeme başvurmamak gerek şarttı, ancak yeter şart değildi.

Hakem Kurulu en az 8 üyenin katılımıyla toplanabiliyor. Eğer sendika temsilcileri katılmazsa kurul toplanamıyor ve karar alamıyor. Sendikalar toplantıyı boykot ederek engelleyebilirdi. Toplanamayan kurul, karar da alamazdı. Nitekim Birleşik Kamu-İş, Kurula katılmama kararı aldı. Ancak Memur-Sen ve Kamu-Sen şaşırtmadı! Üç temsilci ile toplantıya katılarak gerekli çoğunluğu sağladılar ve Kurulun karar almasının önünü açtılar.

Böylece aslında bir süredir “kayıkçı dövüşü” yaptıkları ve aslında hükümetle işbirliği yaptıkları ortaya çıktı. Hakem Kurulu toplantısına katılan Memur-Sen ve Kamu-Sen, çıkacak kararın sorumluluğunu da almış oldu. Hakem Kurulunu boykot etmek mümkünken toplantılara katılıp karar çoğunluğunu sağlamak, karara ortak olmak demektir.

MEMUR-SEN’İN DEMAGOJİSİ

Memur-Sen ve Kamu-Sen, Hakem Kurulu toplantısını engellemek yerine Hakem Kurulu ve hükümet ile iş birliği yaptı. Oysa toplantıya katılmasalardı süreç kilitlenecek, siyaset ve TBMM devreye girecekti. Böylece üç-dört ay daha vakit kazanılacak ve konu gündemde tutulabilecekti.

Çıkacak sonucun sorumluluğu hem Memur-Sen’in hem de Kamu-Sen’in omzundadır. Masaya hükümetin ve partinin isteğiyle oturmuş olmaları çok muhtemeldir. Parti ve hükümet sendikaları tarihi bir fırsatı tepti.

Memur-Sen, Kurula neden katıldıklarının gerekçelerini kamuoyuna açıkladı. Memurları “meçhule bırakmayacaklarını” ve üzerinde mutabakat sağlanan 58 maddeyi korumak istediklerini iddia ettiler. Memur-Sen’in bu açıklaması, içler acısı bir demagojiden ibaret bir sendikacılık ayıbı vesikasıdır!

İlk iddialarından başlayalım. Kurula katılmasalardı bir hak kaybı olmayacak ve çalışanların hakları meçhule kalmayacaktı. Hakem Kurulu toplanıp karar almasaydı konu “genel hükümler” çerçevesinde çözülecekti. Anayasa’nın 128. maddesi ve Devlet Memurları Kanunu’nun 154. maddesi gereği konu TBMM’de Bütçe Kanunu ile çözülecekti. Dolayısıyla konu aylarca siyasetin ve toplumun gündeminde kalacaktı. Eğer etkili bir mücadele hattı izlenirse, sonuç almak da mümkün olacaktı.

HAK KAYBI OLMAZDI

Bir boşluk ve hak kaybı olur muydu? Hayır, olmazdı. Mevcut toplu sözleşme, dönem sonuna kadar zaten uygulanacak. Toplu sözleşme dönemi bittikten sonra Bütçe Kanunu ile getirilen mali haklar eklenecekti. Toplu sözleşmenin diğer hükümleri, yenisi imzalanana kadar zaten yürürlükte kalır.

En çok kafa karıştıran konulardan biri, mevcut toplu sözleşme ile elde edilmiş kazanımların akıbetidir. Bu noktada “toplu sözleşmenin artçı etkisi” kuralı devreye girer. 4688 sayılı Kanun’da, yeni bir sözleşme imzalanana kadar eski sözleşme hükümlerinin geçerliliğini sürdüreceğine dair açık bir hüküm yoktur. Ancak aynı Kanun’un 43. maddesi, hüküm bulunmayan hâllerde 6356 sayılı Kanun’un uygulanacağını belirtir.

6356 sayılı Kanun’un 36. maddesine göre, “Sona eren toplu iş sözleşmesinin iş sözleşmesine ilişkin hükümleri, yenisi yürürlüğe girinceye kadar iş sözleşmesi hükmü olarak devam eder.” Buna toplu çalışma hukukunda “artçı etki” ilkesi deniyor.

TBMM memurların mali haklarını yeni bir kanunla düzenlese bile, 7. Dönem Toplu Sözleşmesi’nin memurlar lehine olan diğer hükümleri, yeni bir toplu sözleşme imzalanana kadar yürürlükte kalmaya devam eder.

Memur-Sen’in bir diğer gerekçesi, “Tutanak altına aldığımız 58 madde var, bunları heba edemezdik” şeklindedir. Neymiş bu 58 madde, bilinmiyor! Hizmet kollarında anlaşma sağlandı, ama genel sözleşmede bu kadar önemli 58 madde nedir? Kamu görevlilerinin zam oranından daha mı önemli bu 58 madde?

İçeriği belli olmamakla birlikte, mali haklar dışında bazı hususların tutanak altına alındığı söyleniyor. Eğer bunlar 7. Dönem Toplu Sözleşmesi’nde yer alan hususlarsa, zaten yukarıda açıklanan “artçı etki” ilkesi gereği uygulanmaya devam edilecekti. Eğer yeni hükümler söz konusuysa, bunların diğer mevzuat yoluyla uygulanması sağlanabilirdi.

Öte yandan bu maddeler bu kadar önemliyse Memur-Sen neden Hakem Kurulu’na başvurmadı? Ya hükümet de başvurmasaydı ne olacaktı? Heba mı olacaktı bu 58 madde? Yoksa söz mü aldılar? “Siz başvurmasanız, biz başvururuz” mu dediler Memur-Sen’e? Hakeme başvurmayıp durumu kurtarmaya çalıştı Memur-Sen. “Kayıkçı dövüşü” yani!

Güdümlü sendikacılığın Hakem Kurulu mizanseni, kamu görevlilerinin elindeki son mücadele mevzisini de ortadan kaldırdı. Kurula gitmeselerdi hükümet büyük baskı altında kalacak ve oyun bozulacaktı. Kamu görevlileri hiçbir kayba uğramayacaktı. Şimdi ise 6,5 milyon memur ve memur emeklisi, iki yıl boyunca hükümetin verdiği zamma mahkûm oldu.

Tercih, daha iyi haklar için siyaset ve TBMM yolunu zorlamak ve mücadeleye devam etmek ile Hakem Kuruluna razı olmak arasındaydı. Süreç siyasetin gündemine gelseydi, kesin olmamakla birlikte daha iyi haklar almak mümkün olabilirdi. Sonuçta hiçbir şey olmazsa hükümetin açık sorumluluğu olurdu. Kimse topu Hakem Kurulu’na atıp geçiştiremezdi.

GÜDÜMLÜ SENDİKALAR BEKLENENİ YAPIYOR

Memur toplu sözleşmesi bu hafta hükümetin çizdiği sınırlar içinde Hakem Kurulu tarafından bitirilecek. Hakem Kurulunda atanmış 7 kişi ile Memur-Sen ve Kamu-Sen’in üç temsilcisi, 6,5 milyon kamu emekçisi ve emeklisinin kaderini belirleyecek. Aslında onlar değil, onları atayanlar belirleyecek. Onlar emir kulu! Sonuç belli: Hükümetin son teklifini, hükümetin izin verdiği ölçüde birkaç puan revize edecekler.

Bu mizansende rol alan Memur-Sen ve Kamu-Sen de tarihe işbirlikçi ve güdümlü sendikalar olarak geçecek! Karara muhalefet şerhi yazmak, onları aklamayacak. Hakem Kurulu’nun toplanmasını ve karar almasını sağlayan Memur-Sen ve Kamu-Sen’dir. Başka bir yol, başka bir ihtimal mümkünken hükümeti rahatsız etmek istemediler. Konunun toplumsallaşmasını istemediler. Hükümetin başını ağrıtmak istemediler. Hükümetin istediği kararın çıkmasını garanti etmiş oldular. Bu iki konfederasyon, Hükümet işbirlikçisidir ve Hakem Kurulu kararının da ortağıdır.

Aslında yaşadığımız, hükümet güdümlü, parti güdümlü sendikacılığın doğal sonucudur. Ortada sendikal mücadeleyle vücut bulmuş, sendikal mücadele sonucu ortaya çıkmış sendikal yapılar yok. Hükümetle ve hükümet ortağı bir partiyle sembiyotik ilişkileri olan yapılar var. Karşılıklı çıkarlar söz konusu. Onlar makul sınırlar içinde kalarak kamu görevlilerini kontrol ediyor, uysallaştırıyor; karşılığında ise üyeleri ve aidatları garanti ediliyor.

Bunlar aslında sendikal yapılar değil. Ortada sendika yok. Hükümetin ve iktidardaki partilerin güdümündeki korporasyonlar var. Veya başka bir ifadeyle GONGO’lar var. GONGO, “Government-Organized Non-Governmental Organization” yani hükümet güdümlü hükümet dışı örgütler demek. Bunlar, hükümetler tarafından desteklenen ve hükümet politikalarına destek olan örgütlenmeler. GONGO’lar, özellikle otoriter rejimlerin toplumsal alanı kontrol etme ve dışarıya “çoğulculuk” görüntüsü verme amacıyla kullandığı örgütler.

Neyseki bizim sendikal GONGO’ların uluslararası temsil gücü yok. Uluslararası sendikal örgütler  (ITUC ve ETUC) bunları sendika olarak kabul etmiyor. O yüzden üyeliğe almıyor.

Varlıklarını ve güçlerini sendikal mücadeleden değil, siyasi iktidardan ve iktidar olanaklarından alanlar, bunun diyetini ödüyor. Bakmayın ara sıra “kayıkçı dövüşü” yapar gibi tavırlarına! Özünde hükümetin sözünden çıkacak cesarete ve sendikal kapasiteye sahip değiller. Ama günün sonunda bedeli çalışanlar ödüyor. Şikâyetçiysen değiştir memur kardeşim, sendikanı değiştir!