Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Bu Düzenin Adı “Zulümdür” Süleyman Hacıbektaşoğlu yazdı…

**”Bu Düzenin Adı Zulümdür”** Beklenen açıklama geldi. Süpriz olmadı. Sarayın

**”Bu Düzenin Adı Zulümdür”**

Beklenen açıklama geldi. Süpriz olmadı. Sarayın oyunu oynandı sadece. Patronlar ve onların temsilcisi hükümetin bakanı tabi yerseniz günlerce pazarlık ettiler ve kul hakkını kendilerine düstür edinmiş bu yüzden sünnet olan sakalı ile halkın karşına çıkan ehli sünnet müslüman bakanımız işçinin alın terinin karşılığını patronlardan aldı ve işçilere müjdeyi verdi. Çok yazık. Açlık sınırının üzerinde bile değil…

Akşama kadar sıkı pazarlıktan sonra Bakan çıktı, kameraların karşısına geçti. Halkın, işçinin, asgari ücretlinin gözünün içine baka baka konuştu. Cümleler tanıdık: büyüme rakamları, istikrar, Türkiye ekonomisi şahlanıyor. Sonra ne oldu?
Sonra işçiye açlık sınırının altında bir ücret açıklandı.

Üstelik müjdeymiş gibi. İşte bu pişkinliktir.
İşte bu, saray rejiminin çıplak yüzüdür.
Bu ülkede ekonomi büyüyor olabilir. Ama büyüyen ekonomi değil; saray, sermaye, yandaş şirketler, devlet çiftliklerine çöreklenmiş bir avuç asalak zümre.

Büyümenin faturası kime kesiliyor? İşçiye. Emekçiye. Asgari ücretlinin sofrasına. Çocuğunun beslenme çantasına.

Bakanın dili kaygan, rakamları parlak. Ama gerçeği gizleyemiyor: Bu ülkede işçinin ürettiği değer, işçiye haram edilmiş durumda.

Sendikalar çıkıp saray rejimini eleştiriyor.
Açıklamalar sert, kelimeler öfkeli. Güzel. Ama yetmez.

Sormak zorundayız. Madem bu ücret sefalet ücreti, neden genel grev yok?

Madem bu düzen işçiyi boğuyor, neden çarklar durmuyor?

Basın açıklamasıyla bu rejim sarsılmaz. Tweet’le, demeçle, mikrofonla bu düzen gerilemez. Bu iktidar yalnızca üretim durduğunda, kar kesildiğinde, hayat yavaşladığında geri adım atar.

Sendikalar, üyelerinin öfkesini yönetmekle yetinemez. O öfke örgütlenmezse, sokağa taşmazsa, genel grevle buluşmazsa, sarayda sadece gülüşmelere neden olur.

Bir de işin ahlaki tarafı var. Ağızlarda din, sakalların arkasında yalan. “Müslüman” kisvesi altında konuşanlar, işçinin çocuğunu açlığa mahkûm ederken, kendi çocuklarını bu ülkenin kaymağıyla besliyor. Devletin imkanları onların sofrasında ziyafet, emekçinin sofrasında kırıntı.

Bu mudur adalet?
Bu mudur kul hakkı?

İşçinin sırtından büyüyen bir düzeni, dua ile, ayetle, hamasetle aklayamazsınız. Açlık sınırının altındaki ücrete imza atıp sonra “kader” demek, düpedüz ahlaksızlıktır.

Yaşadığımız şey teknik bir kriz değil. Bir yanlış hesaplama hiç değil. Bu, bilinçli bir tercihtir.

Bu iktidar diyor ki:

– Enflasyonun yükünü işçi taşısın.
– Krizin faturasını emekçi ödesin.
– Sermaye korunsun, kâr garanti altına alınsın.

Bu yüzden asgari ücret baskılanıyor.
Bu yüzden vergi işçiden alınıyor, patrondan değil.
Bu yüzden büyüme var ama yoksulluk derinleşiyor.

Artık lafın bittiği yerdeyiz. Bu sefalet ücretini “kader” diye yutturmaya çalışanlara karşı, işçi sınıfının hesap sorma zamanıdır.

Bu düzen değişmez diyenlere bir sözümüz var.
Bu düzen, çarkları döndüren işçiler dur dediğinde çöker.

Genel grev bir slogan değil, bir zorunluluktur.
Sınıf mücadelesi ertelenecek bir lüks değil, bugünün acil görevidir.

İşçinin çocuğu açken, saray tok oturamaz.
Bu kadar basit.

İşçiler, emekçiler açken sermayeye rahat yok.